13 Ağustos 2009 Perşembe

"HA KIZIM HA! DE Kİ BİRNAZ TEYZE SABAH AKŞAM AĞLIYOR DE, GECELERİ UYUYAMIYOR DE"



Artvin’e bağlı, yemyeşil ağaçlarla bezenmiş bir köy burası. Etrafında yüksekliğine erişmesi zor dağlar… Dörtbir yanı çevreleyen dağların zirvesini sis bürümüş. Hava yağmurlu. Alt tarafında Çoruh Nehri var, coşkun akıyor. Bulunduğumuz cennetin adı Zeytinlik Köyü, nam-ı diğer Sirya.
Önce Batum üzerinden Hopa’ya, ardından şehir merkezine gidiyoruz. En nihayetinde bizi Sirya’ya götürecek olan küçük minibüse bineceğiz. Ancak, normalde 10 dakika sürmesi gereken minibüs yolculuğu, baraj ve yol yapımı nedeniyle 45 dakikaya çıkıyor.
Köye geldiğimizde yol kenarında ufak bir barınağı olan Nizamettin Akyürek ve köy muhtarı Yusuf Demirel karşılıyor bizi. Yağmur, Sirya tabiriyle “kamas kamas” yani usul usul yağmaya devam ederken, biz, yol kenarındaki masaya oturuyoruz.
Sirya, yapımı 1998’den beri süren Deriner Barajı nedeniyle bir süre sonra Çoruh’un suları altında kalacak. DSİ, kamulaştırma çalışmalarına çoktan başlamış. Siryalılar ise bu durumdan şikayetçi. Kısa süre önce kurdukları “siryaliyiz.biz” sitesinde de hem baraj ve yol inşaatından hem de kamulaştırmadan mağdur oldukları anlaşılıyor. Velhasıl, Artvin’in bu cennet mekanını ziyaret etmemiz, işin aslını merak etmekten.
Demirel, 11 yıldır Sirya’nın muhtarı. Bu tarihten beri de “istimlak edilen köye yeni yerleşim yeri verilsin” uğraşında. Köylünün gönlünden kopan, köylerini bırakmamak aslında. Ama bunun mümkün olmadığını bildiklerinden, Erzurum Karayolu ve Çoruh Nehri arasındaki 65 dönümlük Narlık Mevkii’ne yerleşmek istiyorlar. Hem orası yüksekte kaldığı için su basmayacak hem de oradaki kendilerine ait tarım arazilerini ekip, biçip kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecekler. Ancak valilik, bu taleplerine olumlu yanıt vermemiş şimdiye kadar. Demirel, “Valinin yasal hakkı var. İstese bir günde bitirir bu işi ama vermiyorlar istediğimiz yeri” diyor. Köy halkının daha önce istediği Kilise Mevkii denen arazi de “orman arazisi” diye verilmemiş. Daha sonra dönemin Orman Bakanı Osman Pepe’nin izniyle yapılan incelemede arazinin orman değil çalılık olduğu tespit edilmiş ama bu süreçte valilik araziyi “orman arazisi”
kapsamına almış. Demirel, nev-i şahsına münhasır iklimiyle dikkat çeken vadinin kendilerinden habersiz birilerine pazarlanmış olabileceğini düşünmeye başlamış. “Yoksa niye vermesinler kendi arazimizi bize?” diyor.
Sirya’yı şehrin diğer köylerinden farklı kılan özelliklerinden biri mikroklima iklime sahip olması. Kiraz, erik, dut, üzüm, nar, zeytin, incir, yeni dünya, hurma… Kendi deyimleriyle “muz hariç her türlü meyva” yetişiyor burada. Ancak baraj ve yol yapımının neden olduğu toz, başta kiraz olmak üzere tüm meyve ağaçlarını kurutmuş, köy daha önce tüm ülkeye sattığı ürünlerden, kendi yemek için bile bulamaz olmuş. Tepemizde sallanan, kuru salkımı gösteriyor Demirel bize, Akyürek de anlatıyor: “Toz, toz! Bu yolu yaptılar ya onun tozundan kurudu hep.”
Demirel’in dediğine göre köylülerde hastalıklar da baş göstermiş. Alerji ve grip vakaları artmış. Demirel, doktordan “günde sekiz saatten fazla toz içinde kalınması hastalıklara yol açar” diye bir rapor almış. Köy halkı DSİ’ye dava açıp, hektar başına 1000 lira tazminat almış.
O sırada yağmur biraz şiddetleniyor. Biz de hem köyün içlerini görmek hem de köy halkının meramını dinlemek istiyoruz zaten. Arabaya atlayıp yokuşun ötesindeki köy kahvesine gitmek için yola çıkıyoruz. Yolda ekliyor muhtar Demirel: “Bölge İdare Mahkemesi’ne dava açıp, köyümüzün yerleşim yerini verene kadar burayı terk etmiyoruz.”
Arabayı kullanan Nizamettin Akyürek de iç geçiriyor: “Tarihten silecekler bizi. Sirya diye bir yer kalmayacak.”
Yolda bu ufak köyün evleri, yemyeşil bahçeleri gözümüze ilişiyor. Kendilerine has bir mimarileri var. Evler genelde üç katlı. Daha sonra geceyi geçirmek için Nizamettin Akyürek’in evine gittiğimizde göreceğiz; evlerin alt katları mutfak ve kiler olarak kullanılıyor. Köy meydanı dağa kurulduğundan, evler ve türlü meyve ağaçlarıyla bezeli bahçeler, belli ki binbir zahmetle, ucu görünmeyen yokuşlara işlenmiş. Tamamı yokuş sokaklardan, sırtlarında sepetlerle kadın ve çocuklar geçiyor. Köy çok yüksekte; başımızdan aşağı inceden yağmur boşaltan bulutları, uzansak yakalayacağız neredeyse. Derken… Köy öyle küçük ki, kahveye varmışız bile.


Köy kahvesi
“Devletle mahkemelik olmak istemedik ama…”

Kahvede konuşlanan erkekler haberci olduğumuzu duyunca pek seviniyor. Ortada dağılmış okey masaları, açık tavlalar var ama bırakıyorlar hepsini. Oturduğumuz masanın etrafında toplaşıp, anlatmaya başlıyorlar: “Köyümüzü boşaltıyorlar. Hak ettiğimiz parayı vermiyorlar. Yukarıdaki yeri satın bize diyoruz. Onu da vermiyorlar.”
İlkin 67 yaşındaki Süleyman Şimşir konuşuyor: “Burada vatandaş kimseye muhtaç olmadan iki dönümlük araziyle karnını doyurmuş, çocuğunu büyütmüş, okutmuş. Şimdi kamulaştırmadan para alan yok.”
- Ne kadar verdiler sizin malınıza?
Şimşir: “Üç katlı ahşap eve, etrafındaki arsayla beraber en fazla 50 bin lira veriyorlar. Evim yok, işim yok. Ne yapacağım verdiği parayla? Nere giderseniz gidin diyorlar sonra. Böyle insanlık mı olur?”
- DSİ’den gelen yetkililere de söylüyor musunuz bunları?
Hüseyin Yazıcı: “Beyefendi diyoruz, biz mağdur oluyoruz. Bize en azından bir köy yeri verin. Çıkalım da evimizde ikamet edelim. Amma velakin çözüm getirmiyorlar. Çocuğu mu evlendireceğiz? Ev mi yapacağız? Yaşayacak mıyız?”
-Yusuf Demirel: “Geliyorlar buraya senin evin bu kadar eder demeye. Kahvenin yanından geçip, gidiyorlar. Dön de bir selam ver. Düşman mıyız biz?”
- Peki bağı, bahçesi olan var mı aranızda?
Şükrü Gündağ: “Benim var. Hemen hemen tüm meyveleri, sebzeleri yetiştiriyorum bahçemde.”
-Baraj inşaatı etkiledi mi verimi?
Şükrü Gündağ: “Etkilemez mi? Toz yüzünden eskisi kadar verim alamıyorum artık, para da kazanamıyorum tabii. Bu durum insanları göçe de zorluyor biliyor musunuz? Her şeyimizi kaybedeceğiz, iflas etmiş bir fabrikatör gibi.
O sırada kahveye biri giriyor. Hemen yanımıza gelip, kendini tanıtıyor: “İsmail Mustafaoğlu, Deriner Baraj Köyleri Derneği Ankara Başkanı…”
Yusuf Demirel: “Amaan! Baraj Mağdurları Derneği yazıver sen şuna!”
Dernek Başkanı Mustafaoğlu en çok, kamulaştırmada yapılan haksızlıktan yakınıyor.
- Barajdan şikayetçi değil misiniz peki?
İsmail Bey: “Eğitimli insanlarız biz, baraja karşı değiliz. Sadece, hakkımız olan verilsin. Yasal yolları tüketip, devletle mahkemelik olmak da istemedik ama onlar hep kuruş hesabı yaptılar.”
-Diğer barajların yapımında istimlak edilen yerler daha mı pahalıya kamulaştırılmıştı?
Mustafaoğlu: “Mesela Keban Barajı sırasında sular altında kalan yerleri kamulaştırırken, o zamanın parasıyla trilyonlar harcadılar. Tüm Çoruh Nehri kıyısındaki köylerde kamulaştırılacak arazi ise yok denecek kadar az. İnsanların hakkını verseler, kamulaştırma masrafı yine yüzde 5’i geçmez zaten.”

“Hadi kardeşim, burası devletin malı!”
Sirya halkının ailelerine ait olan mezarlar da kamulaştırılmış. Mezarlık, köy yerleşiminin biraz aşağısında. Dolayısıyla Çoruh Nehri’ne daha yakın olduğu için sular altında kalacak ilk yer olacak. DSİ, köylülerden mezarlarını taşımalarını istemiş. Karşılığında da 300 lira teklif etmiş. Yusuf Bey anlatıyor: “Diyorlar ki, mezarınızı taşıyın, 300 lira verelim. Ben babamın, dedemin mezarını mı satacağım sana? Anılar para etmez, insanı hayata bağlar. Bize bir mezarlık yeri göstersinler. Her mezardan bir avuç toprak alıp sembolik bir anıt mezar yapalım. İsimleri de yazalım ki insanlar bayramda ziyaret edebilsin.
Sirya halkının arazi değerleri için bir sonraki keşif 11 Temmuz’da yapılacak.
Şimdi Siryalılar, henüz ellerine bile geçmeyen, “gönlümüzden kopan bu değil” dedikleri kamulaştırma payı ve her an “hadi kardeşim, burası devletin malı!” denilip belirsiz bir yere gönderilecekleri günü korkuyla bekliyorlar.


Sıyrılmış, siryilmiş, siryil, Sirya…
Köyle ilgili araştırma yaparken, köyün iki isminden biri olan Sirya’nın şarap anlamına geldiğini okumuştuk. Soruyoruz köylülere:
“Sirya şarap demekmiş, öyle mi?”
Mustafaoğlu: “Bu konuda farklı rivayetler var ama…” diye açıklama yapmaya çalışırken Süleyman Şimşir görevi devralıyor: “Bak kızım ben anlatayım. Yukarıdan sıyrılıp toprak gelmiş bak görüyor musun? Sıyrılmış derken, sıryılmış, siryilmiş, siryil… Oradan Sirya olmuş.”
Kahve sohbetimiz bitiyor. Bu arada yağmur, getirdiği toprak kokusuyla, çiselemeye devam ediyor. Biz de köyün kadınlarıyla konuşmak için az ötedeki muhtarlık binasına gidiyoruz.

Köyün kadınlarıyla muhtarlıkta…
“Başbakan yerimi verecek. Aynen böyle yaz, okusun!”
Gonca Yağcı (28) üniversite mezunu, işsiz
“Evimiz var bizim iki katlı. Annemle ben yaşıyoruz. Kız kardeşim Pamukkale’de okuyor. DSİ arazimize 25 bin lira gibi bir para uygun buldu. Yeterli görmedik, DSİ’ye dava açtık. En azından bir evimiz olacak kadar para istiyoruz. Kardeşimin son senesi. Yemeyiz onu okuturuz gerekirse ama niye bu duruma düşürüyorlar bizi? Muz dışında her tür meyveyi yetiştiriyorduk. Şimdi yemeye kiraz kalmadı. Eskiden yağmur yağardı, şimdi çamur yağıyor. Bizimle ilgilenmiyorlar.”
Birnaz Gündağ (70) ev hanımı
“Süt sağıp, satıyorum. İki tane oğullarım var. Eşim de gitti bu dünyada yalnız kaldım. Hükümet diyor ki biz sana para verdik. Ben nerede yaşayayım o parayla? Bu topraklar kiraz verir, peşine incir verir, zeytin yetişir. Barajdan sonra zeytinlerin vermesi de bitti, kiraz da, domates de. Yaprak kalmadı tozdan. Her yere yardım etti hükümet. Gördük televizyonlarda. Buzdolabı, bulaşık makinesi verdi. Başbakan bana da para verecek. Yerimi de verecek. Aynen böyle yaz, okusun. Barajı çıkarttılar başıma. Ben başka yerde duramıyorum, hastalanıyorum. Sanki senin memleketinden mi istiyorum? Vermiyoruz yerimizi. Başbakan gelsin alsın!”

Artvin Valisi Cengiz Aydoğdu:
“Oraya yeni iskan göstermek zorunda değiliz!”
-Sirya halkı köyün yukarısındaki Narlık Mevkii’ni istiyor. Bölge neden onlara verilmiyor?
C.A: Bakın, bundan yaklaşık 10 sene evvel Sirya’da basit bir referandum yaptık. Yeni iskan mı istiyorsunuz, kamulaştırma mı? Halk, yeni yerleşim yerini değil, mallarının kamulaştırılmasını tercih etti. Malları da kamulaştırıldı. O nedenle, oraya yeni yerleşim yeri göstermek zorunda bile değiliz aslında.
-Ama köylüler, mallarının, değerlerinden çok aşağıda kamulaştırıldığını ve bu paralarla yaşamlarını sürdüremeyeceklerini düşünüyor. Ne diyeceksiniz?
C.A: Böyle düşünenler yargıya gitti zaten. Yargı da son kararı verdi. Üstüne ne söylenebilir? Ayrıca biz onlara istedikleri Narlık Mevkii’ni de veriyoruz aslında ama orası 70 hanelik yer. Köyde 120 aile var. “Aranızda anlaşın, gelin yerleşin” dedik. Anlaşamadılar. Biz n’apabiliriz?
-Siryalıların mağduriyetini azaltacak bir proje var mı peki?
C.A: Köy büyük oranda göç verdi zaten. Yeni yer isteyenlerin çoğu Bursa’da, Ankara’da, İstanbul’da yaşıyor. Ama köyde bağlarının olması önemli, farkındayız. Köyün tüzel kişiliği, halkın tercih ettiği bir mecrada devam edecek.

Sirya’nın yerel ağzı
Sirya halkının kökeni Ahıska Türkleri. Köy, uzun yıllar Osmanlı, Gürcü ve Rus egemenliğinde kalmış. O nedenle halk, çeşitli dillerin etkisini taşıyan bir ağızla konuşuyor. İşte Sirya ağzından bazı kelimeler ve anlamları:
acuhcucuh: başkasını kıskandırmak için söylenen söz
akozagelmek: inadını yenmek
baton: hanfendi, saygıdeğer hanım
cibbağa: ufak tefek çocuk
efsene: salak, aptal, akılsız
inki-munki: söz vermemek için kıvırtmak
lorpapa: zevksiz görüntü
nabecit: niçin
makaka-vakaka: kurbağa
palak: köpek yavrusu
salakhane: işsiz, avare
tatanlanmak: çabalamak

Fotoğraflar: KORAY IŞIK

duygu erturk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder