14 Aralık 2009 Pazartesi

RUHR: Sanayi bölgesinden kültür başkentine

















Ruhr, 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında önemli bir “silah imalathanesi”yken savaş bittikten sonra Avrupa’nın çelik ve kömür kaynağına dönüştürülmüştü. Uzun yıllar sanayi ve maden bölgesi olan şehir en nihayetinde müthiş bir kentsel dönüşüm projesiyle tersyüz edilip, tam bir kültür merkezine dönüştürüldü. Sonuç: Şehir, İstanbul ve Macaristan’ın Pec şehriyle birlikte 2010 Avrupa Kültür Başkenti. Sloganları ise şehri ambardan sergi salonuna dönüştüren 15 yıllık süreci iyi özetliyor: “Kültürle değişim, değişimle kültür”Ruhr 2010 ekibi, programlarını 24 Kasım’da Ceylan Intercontinental Otel’de düzenlenen bir gecede tanıttı. Biz de şehrin müthiş değişimini ve 2010 içinde Ruhr’u ziyaret edenlerin nelerle karşılaşacağını Ruhr Uluslararası İlişkiler Komisyoneri Prof. Hans-Dietrich Schmidt’le konuştuk.

*2010 Avrupa Kültür Başkenti olmak Ruhr için ne ifade ediyor?

Öncelikle şunu düşünmek lazım: “Kültür ne demek?” Çünkü, kültür çok karmaşık bir konu. Bizim için esas olansa işin uluslararası boyutu. Değişimimizi herkese göstermek istiyoruz. Yola çıkış noktamız bu. Bunun için çok iyi bir organizasyon yaptık. “Burada her şey eksiksiz, muhteşemiz” demiyoruz. Elbette problemlerimiz var. Doğru soruları soruyor ve çözüm arıyoruz. Umarım başarılı oluruz.

*Ruhr bundan yaklaşık 20 yıl evvel dünyanın önemli sanayi şehirlerinden biriydi. Şimdiyse Avrupa Kültür Başkenti oluyor. Nasıl oldu bu değişim?

Dediğiniz gibi, bu 15 yıllık bir değişim süreci. Sanayi şehri olarak anılırken, bu değişime zemin hazırlayan uzun bir düşüş periyodumuz oldu. Büyük işsizlik bunlardan biri. Böyle olunca, çok para yatırılarak ve risk alınarak, tüm endüstriyel binalar, fabrikalar müzeye, sergi ve konser salonuna, tiyatroya dönüştürüldü. Şimdi insanlar Çin’den, Rusya’dan “nasıl bir değişim” olabileceğini görmek ve kültürel faaliyetlere katılmak için Ruhr’a akın ediyor. Ruhr Turistik Organizasyonu’nun payı büyük bu konuda. Bölgemizin turistlerin de ilgisini çekebilecek özellikleri olduğunu göstermek için dünyanın hemen her yerinden Ruhr’a birkaç günlük tatil turları düzenlediler.

*2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmaları kapsamında Almanya “seyahat ülkesi” olarak tanımlanıyor. Uzun vadede turizm merkezi olmayı mı hedefliyorsunuz?

Evet ama turizm işin yalnızca bir bölümü. Müthiş bir kültürel değişim geçiriyoruz. Turizm, insanların Ruhr’a gelip, bu değişimi görebilmeleri demek. Bu yıl içinde beş milyon insanın Ruhr’u ziyaret edeceğini tahmin ediyoruz.

*Açılış Partisi 9-10 Aralık’ta. Nasıl bir parti olacak bu?

Açılış şehrin ortasında, çok geniş bir alanda, fabrikaların ve endüstriyel binaların arasında yapılacak. Gelenler büyük bir şov izleyecekler ki 100 bin kadar insan bekliyoruz buraya.

***

“Almanya’da cami yapmanın Hıristiyanlığa saygısızlık olduğunu düşünenler var”

*Peki yıl boyunca Ruhr’da neler göreceğiz?

Kutlama bittikten sonra da yıl boyunca yaklaşık 400 tane projeyi hayata geçireceğiz. Popüler kültür organizasyonları, konserler, sergiler, tiyatro, kentsel gelişim, genç yaratıcıların çalışmaları, göçmenlik vs. Büyük organizasyonlarımız da var. Mesela bir gün boyunca Ana Motor Yolu trafiğe kapanacak. Herkes çok iyi bilir; trafik oradan akar. Ama insanların iyi vakit geçirebilmeleri için orası araç trafiğine kapatılacak. Kocaman masalar konacak. Yemekler yenecek, içkiler içilecek. Gösteriler olacak. Bu, değişik ülkelerden insanların huzurlu bir ortamda biraraya gelebilmeleri, sohbet edebilmeleri demek. Yaklaşık iki milyon insan bekliyoruz. Bu sadece kültürel bir organizasyon da değil üstelik. Ruhr 53 köy ve kasabadan oluşan bir şehir. Burada tam 170 milletten insanın huzurlu bir şekilde yaşaması, şehrin endüstriden kültüre değişimi, popüler kültür ve sanatı Avrupa’ya örnek teşkil etmeli. Farklı şehirler, tek tarih, tek gelecek…

*Siz de tüm organizasyonlara çok sayıda insan beklediğinizi söylediniz. Bir yıl boyunca Avrupa Kültür Başkenti olarak dünyanın farklı bölgelerinden insanların akınına uğrayacaksınız. Ne hedefliyorsunuz bu süreçte?

İnsanların bizimle ilgili düşüncelerini değiştirmek istiyoruz öncelikle. Tekrar söylüyorum, çok insan gelecek. Onlara ne kadar modernleştiğimizi, göçle nasıl başa çıktığımızı, farklı kültürlerden ve inançlardan toplumların entegrasyonunu nasıl başarıyla gerçekleştirdiğimizi göstermek istiyoruz. Bu sene yaptıklarımızla gelecek seneleri de hedefliyoruz aslında. Bir seneyle sınırlı kalmasını istemiyoruz.

*“İnsanların bizimle ilgili düşüncelerini değiştirmek istiyoruz” diyorsunuz. Ne düşünüyor insanlar sizinle ilgili?

Hâlâ eski bir sanayi bölgesi olduğumuzu düşünüyorlar. Ama biz kültürel ağırlıklı bir değişim geçiriyoruz ve dünyanın farklı bölgelerinden çok sayıda insanın buna burayı görerek şahit olmasını istiyoruz.

*Farklı kültürlerin entegrasyonunu nasıl sağlıyorsunuz peki?

Bakın, Almanya’da cami yapmak hâlâ büyük bir tartışma konusudur. Cami yapmanın Hıristiyanlığa saygısızlık olduğunu düşünenler olduğu için çok sert tartışmalar yaşanır bu konuda. Ama Ruhr farklı. Almanya’daki en büyük camilerden biri Ruhr’da. Hiçbir tartışma ya da protesto olmuyor. Çünkü buradaki insanlar başlangıçtan beri birbirleriyle konuşuyorlar.

***

“İstanbul’un kültür başkenti olması Türkiye için bir fırsat”


* Almanya’nın yemek kültürünün de tanıtılacağını okuduk. Alman mutfağı denince akla genellikle kızarmış patates ve bira gelir ama fazlası var galiba...

Patates ve bira ha! Bu sadece bir önyargı. Kızarmış patatesimiz ve biramız var, doğru. Ben de çok yerim hatta ama geleneksel Alman mutfağında bundan fazlası var. Biz de gençlerden oluşan bir aşçı ekibi kurduk. Pişirdikleri yemeklerde gelenekselin içine biraz da modern öğeler katarak Alman yemek kültürünün sadece patates ve biradan ibaret olmadığını gösterecekler sanırım. Böylece hem geleneksel tarafımızı hem de modern yüzümüzü görebileceksiniz.

*Bir diğer Avrupa Kültür Başkenti’nin İstanbul olmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Geldik sadede… Almanya da dahil, hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde Türkiye’nin AB’ye üye olma süreci önemli bir tartışma konusu. Çok sert tartışmalar yapılıyor hem de. Çoğu Avrupalı Türkiye’ye karşı din, kadın-erkek eşitliği gibi konularda önyargılı. Ama bakın, önümüzdeki sene İstanbul yani Türkiye’nin en önemli metropolü Avrupa Kültür Başkenti olacak. Bu, Türkiye’nin de Avrupa’ya dahil olduğunun somut kanıtıdır. Şimdi Türkiye, “Bakın, bizde fazlası var” diyebilir. Tüm politik problemlere rağmen İstanbul’un kültür başkenti olmasını fırsat bilerek, aslında özgürlükçü bir ülke olduğunu gösterip, Avrupa’nın olumsuz önyargılarını olumluya çevirebilir.

*Yıl içinde İstanbul’la ortak projeleriniz de olacak. Ne gibi çalışmalar bunlar?

Evet ortak prodüksiyonlarımız olacak. Çok seviniyoruz bunun için. Çünkü Ruhr’la İstanbul’un politik olarak da çok ortak noktası, çok güçlü bağları var. İki şehir de birçok farklı milletin toplandığı, farklı kültürlerin kaynaştığı, yoğun göç alan yerler. İki şehirde de farklı gruplar arasında şiddetli fikir çatışmaları yaşanıyor. Garajİstanbul’da tiyatro oyunlarımız gösterilecek. Hangi üniversite olduğunu hatırlamıyorum şimdi ama bir üniversitenin mimarlık bölümü öğrencileriyle ortak çalışmamız olacak. Tiyatro festivalleri dışında, “Melez” adını verdiğimiz popüler kültür organizasyonunda da Türklerle ortak çalışıyoruz. İstanbul’un kendi programı da bir iki hafta içinde açıklanacak. Onu da çok merak ediyorum.

*Melez nasıl bir organizasyon olacak?

Melez, adından da anlaşılacağı gibi, göç konusunu, asimilasyon ve entegrasyonu konu alan bir popüler kültür festivali. 170 milletten insan birlikte yaşayabilmeyi kutluyor da diyebiliriz. Adına uygun olarak hem Alman hem Türk sanatçılar yer alacak bu festivalde.

*Avrupa Kültür Başkentliği süresince Ruhr’daki hangi organizasyonların ya da eserlerin ön plana çıkmasını bekliyorsunuz?

Bizce açılış partisi bile akıllarda kalacak. Ama dışarıdan burayı ziyaret eden insanlar daha çok ambar ve fabrikalardan dönüştürülen modern binalardan etkilenecekler bence. Hem Ruhr’un değişimini hem de olumlu yönde nasıl değişilebileceğini fazlasıyla gösteriyor bu yapılar çünkü. Özellikle Essen’deki Zeche Zollverein, Oberhausen, Dortmunder, Folkwang Müzesi ve Küppersmühle Müzesi’ni çok beğenecekler. Ama dediğim gibi Ruhr’da yapılacak popüler kültür ve sanat organizasyonlarının çoğu ilginç ve etkileyici olacak.

RÖPORTAJ: Liu Bolin... Çin sanatının "görünmez adam"ı




















Liu Bolin, Çin’den çıkma, dünyaca ünlü bir sanatçı. Yaptığı iş oldukça enteresan. Zira fotoğrafçı desek, değil, model desek, hiç değil. Üniversitede eğitimini aldığı heykeltıraşlık da biraz uzak yaptığı işe. Kendini boyuyor. Amacı arka planla bütünleşip kendini kaybettirmek. Kimi zaman Çin Seddi’nin bir parçası oluyor, kimi zaman, yapımı taze bitmiş asfaltın üzerinde belirsizleşiyor. Çin’in Shandong şehrinde doğan 36 yaşındaki sanatçı, kendini “yok ederek” bakış açısını görünür kılıyor. “Görünmez olursam, güç toplarım, ileride daha görünür olabilirim” diyor.Çin’in bağrından kopup gelmiş yarı görünmez adam Liu Bolin’le yaptığım röportajı iftiharla sunarım…

*“Şehirde saklanmak” teması nasıl ortaya çıktı? Neden saklanıyorsunuz?
“Şehirde saklanmak” temasına Suojia Köyü adlı sanat kampanyası hükümet tarafından mahvedildikten sonra başladım. Uluslararası Suojia Sanat Köyü, içinde çalışan 140’tan fazla sanatçıyla Asya’nın en büyük sanat kampanyası. Ama Çin hükümeti, yasalara aykırı diyerek çalışma binasını yıktı. Bina tekrar yapıldı. Şimdi kampanya için çok sayıda sanatçı çalışıyor. Ben de çalışmalarımda, binanın enkazı önünde durdum ve binanın renklerine boyandım. Bazıları, enkazın önünde görünmez biri olduğunu düşündü. Yıkım sanatçılar için de büyüktü. Toplumun sanatçıya ihtiyacı yok! Yani burada sanatçılar gerekli değil ve yapıtlarının hiçbir değeri yok. Çalışmalarımdaki sanatçı kendini saklıyor. Şöyle de düşünülebilir: Sanatçı saklanırken, gelecek için de güç topluyor.

*Şehirde yalnızca sanatçılar mı saklanıyor?
Her toplumda, yalnızca sanatçı olarak değil bağımsız bireyler olarak da kültürel, siyasi ve ekonomik olarak hayal kırıklıkları ve türlü negatifliklerle karşılaşıyoruz. Tüm bunlar kişiliklerimizi etkiliyor. Bence bir birey durumu değiştiremediği zaman duruma adapte olmak ve kendi anormal yaşam biçimini geliştirmek zorunda kalıyor. Ben de bunu yapıyorum.

* Birilerini şehirden saklayarak bir şeyleri protesto etmeye mi çalışıyorsunuz?
Evet. Başlangıçta şiddet ve yıkımları protesto ediyordum. Bu başlangıçtan beri işime biraz da husumet katıyordu. Sonra bazı politik sloganlar üzerine çalıştım ve dikkatimi toplumsal gelişmelerin neden olduğu negatifliklere yönelttim. Son çalışmalarımdaysa bir süpermarket belirdi mesela. Böylece, ekonomik gelişmelerin insanları nasıl olumsuz etkilediğini ifade etmeye çalıştım.

*İşe başladığınızdan beri nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Benim işlerimi anlamak zor olduğu için, nadiren reaksiyon alıyorum. Performansımı ilk gördüklerinde, çoğu ne yaptığımı anlamıyor. Böyle olunca, bazı işlerin sergilenmesi yasaklanıyor. Çinli sanatçılar eserlerini sergileme ya da stüdyoda çalışma haklarını kullanmak için yoğun çaba harcıyorlar. Tıpkı bizim Suojia Köyü için çabaladığımız gibi.

*Dünyaca ünlü, saygın bir sanatçısınız ve Çin’de acımasızca eleştiriliyor musunuz?

Aslında evet. Diğer ülkelerde gördüğüm ilgiyi düşününce kendi ülkemde çok sevildiğimi söyleyemeyeceğim.

*Sizce neden?

Çinlilere göre sanat sadece, başarılı olabilmek için çok gayret göstermeniz gereken bir iş… Ama Çin’de, müthiş işler yapan, çok önemli sanatçılar var. Ben sadece, çalışmalarımı dünya çapında değerlendirecek arkadaşlarım olduğu için şanslıyım.

* Doğumunuz Mao dönemine rastlıyor ama siz çok küçükken devrim sona ermiş. Kültür Devrimi’yle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bugünkü şartları da göz önüne aldığınızda, o dönemde yaşamayı tercih eder miydiniz? Dediğiniz gibi Kültür Devrimi ben üç yaşındayken sona erdiği için, o döneme ait hiçbir şey hatırlamıyorum. Bence Kültür Devrimi, Çin’in gelişimini saptıran, her türlü tüketime savaş açmış bir dönem. “O dönemde doğmak mı şimdi doğmak mı?” diyorsanız, her şeye rağmen kendi dönemimde doğmayı tercih ederim. Çünkü, o günlerde yiyecek ekmek bulamayan insanların acılarını çok iyi biliyorum. Bunun yanında, 80ler’de, yalnızca tek çocuğa izin verildiği dönemde doğanların zevkli hayatlarını da gözlemleyebiliyorum. Çin’in gerçek gelişimine hatta adım adım nasıl metalaştığımıza onlar şahit oluyor.

*Türkiye’yle ilgili neler biliyorsunuz? Ya da şöyle sorayım: Fotoğraflarla Türkiye’deki herhangi bir şeyi protesto etseniz, bu ne olurdu?
Türkiye’yle ilgili bildiğim en önemli şey, atalarınızın Moğolistan’dan geldiği. Tarih kitabında okumuştum. Ayrıca çok cesur ve zeki olduğunuzu da biliyorum. Müthiş bir kültür ve gelenek hazineniz var. Ülkenizin tarihî cazibesiyle ilgili bir çalışma yapmak isterdim ama bir şey protesto ederim demeyeyim şimdi.

*Türkiye’yle ilgili detaylı bilginiz olmadığı için mi, röportaj Türkiye’de yayımlanacağı için mi?
Bu soruya cevap vermemeyi tercih ederim.

***

“Bazen o kadar dikiliyorum ki, iş bittiğinde kaskatı kesiliyorum”

*Sadece kendi ülkenizde mi fotoğraf çekiyorsunuz?

Dünyanın her yerinde fotoğraf çekiyorum; İtalya, Amerika, İngiltere…

*Arka plana uyumlu olarak boyanmak oldukça zor görünüyor. Tüm hazırlıklar da dahil bir fotoğrafı çekmek ortalama ne kadar vakit alıyor?

Önce dikileceğim yer, nasıl bir kompozisyon olacağı gibi detaylar dahil, nerede fotoğraf çekeceğimi seçiyorum. Farklı fonlara gore, vücudumu boyamak dört saatten 10 saate kadar sürüyor. Boyamayı asistanım yapıyor. Bazen sekiz saat boyunca ayakta kalmak zorunda kalıyorum.

*Boyalar, hareket etmeden ayakta kalmak, direktif vermek… Bu süreçte size en çok ne zorluyor?
Benim için en büyük problem sabit bir şekilde ayakta durmak. Bazen o kadar dikiliyorum ki, iş bittiğinde kaskatı kesiliyorum.

*Model olarak kimleri kullanıyorsunuz?

Genellikle ben model oluyorum.

*Fotoğrafı kim çekiyor o zaman?

Benim yaptığım ayarlara uyarak, asistanım çekiyor. Başkalarını da kullanıyorum tabii. Mesela ruhsatsız bir arabayı çekerken model olarak arabanın şöförünü kullandım. Kimse onu arabasının önünden kıpırdatamaz zaten.

*Yalnızca kamuflaj fotoğrafları mı çalışıyorsunuz? Sanat hayatınıza nasıl işlerle başladınız?

Üniversitede heykel eğitimi aldım. Hatta bu alanda yüksek lisans bile yaptım. Benim gerçek alanım fotoğrafçılık değil yani. Ama değişik bir temayla çalıştığım için, fotoğraf çekerken bir yandan heykel de yapıyor gibiyim.