24 Haziran 2010 Perşembe

CİTTUK, CEZDUK, CORDUK


DÜKKANI KAPATTIK, ŞENLİKLERİ GÖRMEK İÇİN AYDER’E ÇIKTIK...


Sırtını Kaçkarlara dayamış, ayaklarını Fırtına Deresi’ne sokmuş. Zirvesini masmavi gökyüzüne yaslayan yemyeşil dağlarını kıvrım kıvrım yollar sarmalamış. Yer sonsuz yeşil, gök sonsuz mavi, su sonsuz berrak… Kış boyunca üstüne düşen karların suları, zirveden eteklere akmak için yüksek dağları yarmış. İşte Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi’ne bağlı Ayder Yaylası hemen hemen böyle bir yer. Her yıl düzenlenen Ayder Şenlikleri’nin bu yıl 16. düzenlenecekti. Biz de hem şenlikleri takip etmek hem de bu eşsiz doğayı görmek için Ayder’e gittik.




Fotoğraflar: ERGUN CANDEMİR


Hani yoğun iş stresinden sıkılır, “dükkanı kapatıp, yaylalara vurucam kendimi” deriz de o an hayalimizde bir cennet belirir. Öyle yüksektedir ki, ayağımızı biraz kaldırsak göğe uzanıp bulutları tutacağımızı zannederiz. Yüksek dağların arasından süzülen şelaleye nazır, pembe panjurlu bir dağ evimiz bile vardır. Gelin görün ki gözümüzü açar açmaz gökdelenleri, egzoz dumanları, trafiği ve holding biplemeleriyle gerçek hayat bizi acımasızca sarsar. O an, yeşil cennetin sadece hayal olduğunu idrak eder, boynumuzu bükeriz. İşte biz Rize’de, Ayder Yaylası’nda öyle bir iki gün geçirdik ki, o cennetin gerçekte de var olduğunu hatta oraya ayak basılabileceğini anladık. Bu eşsiz manzarayı anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalsa da biz şansımızı deneyelim…

Binbir tonuyla yeşili, çağıl çağıl akan şelaleleri, ayaklarının altında akan deresi, göğe sunduğu dağları, masmavi, berrak gökyüzüyle Ayder, cenneti kıskandıracak bir doğaya sahip. Tüm yayla hatta çevre alanda akan Fırtına Deresi, dağın zirvesinden akıp gelen kar sularıyla besleniyor. Tazyikle akan kar sularının oluşturduğu şelalelerden hiç bahsetmiyoruz. Doğasıyla Fırtına Vadisi’nin en ilgi çekici yerlerinden biri olan yaylada bu sene 16.Geleneksel Ayder Şenlikleri düzenlendi. Ülkenin her yerinden hatta yurt dışından pek çok ziyaretçi çektiğini öğrendiğimiz festivali fırsat bilip, bölgeye uğradık. Şenlikleri izlemekle kalmadık. Yöresel yemekleri tadıp çevre köylere de göz attık.

Eğlenceli şenliğin jandarma problemi
Öncelikle şunu söylemek lazım; 1350 metre yükseklikteki yayla çam ormanlarıyla kaplı olduğundan ayak basar basmaz ufak çaplı bir oksijen sarhoşluğuna giriyor, oradan ayrılana kadar da mutluluktan yalpalamaya devam ediyorsunuz. Uçak yolculuğunun ardından arabayla devam ettiğimiz yol boyunca bize yemyeşil ormanlar ve gürül gürül akan Fırtına Deresi eşlik etti. Ayder’e yaklaştığımızda, yöre halkının kendileriyle ve ağızlarıyla ne kadar barışık olduğunu gösteren, eğlenceli bir tabela gördük: “Cittuk, Cezduk, Corduk”.
Bölgede sadece Gelişim FM diye yerel bir radyo çekiyordu. Yol boyunca bu radyodan kulağımıza çalınan seslerden anlaşılıyor ki, yörenin en popüler türküsü, “Azra, bi gel da!” isimli türkü. Yoğun araştırmalarımıza rağmen, söyleyenin kim olduğunu öğrenemedik.

Yaylaya geldiğimizde şenlik çoktan başlamıştı. Bir yandan tulum sesleri geliyordu, bir yanda yöresel kıyafetler içinde horon tepenler vardı. Piknik yapanlar, uçurtma uçuranlar, düzenlenen yarışmalara katılanlar… Tüm bu etkinliklerin yöre halkı için çok eğlenceli olduğu belliydi. “Fazlasıyla” yöresel bulunabilecek bu şenlik yabancı turistlerin de ilgisini çekmiş olmalı ki, alanda yurtdışından gelenlere de rastladık. İnsanların kendi yöresel kültürleriyle eğlenceli vakit geçirmeleri şahane ama bizce şenlikte bariz bir “jandarma problemi” vardı. Ulusal hatta uluslararası olma iddiasındaki bir şenliğe katıldığınızda, yol kenarının neredeyse tamamını kaplayan jandarmaların yolunuzu kesip, “buraya park edemezsiniz!”, “şuradan geçemezsiniz!” minvalinde talepleri kulağınıza hoş gelmeyebiliyor. Bunu Çamlıhemşin Kaymakamı’na sorduğumuzda, park probleminin kısa sürede çözüleceğini öğrendik. Öğlen saatlerinde de genel olarak tulum ve horon gösterileriyle geçen şenlik, akşam da yerel türkücülerin konserleriyle devam etti.

“Ha uşağum, vur!”


İlk günü horon ve tulum yarışmaları gibi tamamen yöresel etkinliklerle geçen şenliğin ikinci günü kulağa heyecanlı gelen bir etkinlikle açıldı. Dün sürekli kulağımıza çalındığı için merakımızı kabartan boğa güreşlerini izlemek için Galler Düzü’ne çıktık. Bize, üç dört kilometre uzaklıkta denen yere arabayla varmamız, İstanbul’a taş çıkartacak yoğun trafik nedeniyle yaklaşık yarım saatimizi aldı. Güreşlerin yapılacağı alan o kadar kalabalıktı ki, arabayı park edecek yer bulmakta zorlandık. Neyse, zar zor bir yere çekip, aşırı sıcaktan kaçmak için şemsiyelerin altına sığınan kalabalığın arasına karıştık. Herkes tek ağız olmuş gibi bağırıyordu: “Ha uşağum, vur!”…
Etkinlik şöyle: Geniş sayılabilecek, yuvarlak bir alana iki tane boğayı koyuyorlar. Bir de hakem oluyor. Boğalar güreşiyor. Yalnız, boğalar sadece paşa gönülleri istediğinde güreştikleri için biraz beklemek gerekiyor. O yüzden bir güreşin saatler aldığı bile oluyormuş. Şansımıza, bugünkü boğalar pek sevgi dolu olduklarından bir türlü güreşmek istemediler. Sadece bir, iki tos yapıp alanda gezinmeyi tercih ettiler. Etkinlik öyle durgundu ki, sunucu anons yapma ihtiyacı hissetti: “Boğalar geziniyi. Birazcuk teşvik edersek güreşecekler sanurum”. Bu arada yarışması için ismi anons edilen boğa sahibi de gelmeyince sunucu tekrar mikrofonu aldı ve anons başladı: “Güreş alanuna boğanuzu geturdunuz geturdunuz. Geturmedunuz, diskalifiye oliysunuz!”… Boğalar güreşmemekte inat edince başka çaremiz kalmadı. Heyecan içinde çekirdek çitleyen halkın arasından süzülüp yaylaya geri döndük.
Geri kalan zamanımızda yine doğal ve tarihi güzelliklerle dolu çevre köyleri gezdik. Yeni Aktüel okurlarıyla paylaşmak için yörenin yiyeceklerinden tadıp ilginç fotoğraflar çektik. Evet, her şey sizin içindi…

Ayder Nam Mahalde Gayet Sıcak Bir Kaplıca Olup…

Ayder, olağanüstü doğası keşfedilmeden çok evvel binbir derde deva kaplıcalarıyla yedi düvele nam salmış. Öyle ki, 1871 yılında yazılan “Trabzon Vilayeti Salnamesi”nin 174. sayfasında bu kaplıcadan şöyle bahsedilmiş: “ Hemşin nahiyesinde Hala deresi civarında Ayder nam mahalde gayet sıcak bir kaplıca olup yel illetine devası meşhur olup lezzeti hiçbir maden suyuna benzemez”.
Yerli, yabancı çok sayıda turistin ilgisine mazhar olan bu kaplıcanın, romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına  iyi gelmek dışında bir özelliği de Doğu Karadeniz’deki tek kaplıca olması.

TECRÜBEYLE SABİTTİR!

1-Koru Otel’in, enfes şelale manzarasına nazır, açıkbüfe kahvaltısını deneyin.
2-Eylül Kafe’de laz böreği yiyin.
3-Balcı Mustafa’nın meşhur Ayder Balı’ndan bir kavanoz alın.

0’SAN ET YE, B’YSEN SÜT İÇ!

Temeli 1980’lerde James D’adamo tarafından ortaya atılan “kan grubuna uygun beslenme”, sağlıklı ve fit olmak isteyenlerin çok rağbet ettiği bir diyetti. D’adamo’nun oğlu Peter D’adamo’nun, bu diyeti detaylandırıp daha sistematik bir hâle getirerek oluşturduğu “Genotip Diyeti” de tamamen kişiye özel hazırlandığı için büyük oranda etkili. Konuyu diyetin Türkiye’deki uzmanı Yaman Akalın’dan dinledik. Kan grubuna ve genotipe uygun beslenme tüyoları aldık.

Nasıl doğru beslenilir? Her an, her yerde karşıma çıkan diyet listeleri ne kadar faydalıdır? Sağlığıma zararı var mıdır? Benim vücuduma ne kadar uygundur? Uygunsa niye kilo veremiyorum?
Bu soru yağmuru dönem dönem herkesin kafasını meşgul eder. Bir yanda patates kızartmaları, baklavalar, asitli içecekler ahenkle dans ederken, iradeye hâkim olup doğru beslenmek, yediğimiz lokmalara sınır koymak önemli ve hassas bir konudur. 80’li yıllarda ortaya çıkan kan grubuna uygun beslenme diyeti de bu durumun farkında olup, beslenmesine dikkat edenlerin çok rağbet ettiği bir diyetti. ABD’li bilim insanı James D’adamo, “One Man’s Food” (Bir Adamın Yemeği) adlı kitabında kan grubunun sağlıklı yaşam üzerindeki etkisini anlatıp, çözüm önerileri sunmuştu. Bu diyet, uygulayanların yüzde 70’inde mükemmel sonuç vermesi itibarıyla hâlâ geçerliliğini korurken, D’adamo’nun oğlu, Dr. Peter D’adamo babasının bulduğu diyeti detaylandırıp daha kişiye özel hâle getirerek “genotip diyeti”ni oluşturdu. Kan grubu ve genotip diyetlerini, diyetlerin Türkiye’deki uzmanı, Yüksek Mühendis Yaman Akalın’dan dinledik. Kendisi de yüksek tansiyon, hipoglisemi ve reflü gibi rahatsızlıklardan mustarip olduğu için bu diyetleri uygulayan ve çok olumlu sonuçlar alan Akalın’a göre kan grubu insan hayatında çok önemli bir etken. Şöyle ki; gıdalarda bulunan lektin denen proteinin kan hücrelerine yapışıp çökerttiği, bunun da insan kan gruplarıyla etkileştiği 1940’larda ortaya çıkmış bilimsel bir gerçek. Bu araştırmalara bakınca, bazı hastalıkların bazı kan gruplarında daha sık görüldüğü ortaya çıkmış. Mesela ülser ve manik-depresif rahatsızlıklar en fazla 0 grubunda; kalp, damar, diyabet ve bazı kanserler A’larda görülüyor. B grubunda obezite gibi metabolizmik rahatsızlıklar, kalp, damar rahatsızlıkları, idrar ve solunum yolları problemleri görülüyor. Kan grubunun bir diğer önemi de kan grubu antijenlerinin, bağışıklık sisteminin en aktif askerleri olması. Yani vücuda bir gıda maddesi ya da mikrop girdiğinde dost mu düşman mı, buna kan grubu antijenleri karar veriyor. O yüzden yediğiniz bir şey yanlışsa vücut onun için savaşarak enerji harcıyor. Dolayısıyla kişi kan grubuna uygun beslendiğinde vücut, enerjisini boşa harcamayıp hastalıklara daha dayanıklı oluyor. Kan grubu, sindirim sistemini de etkiliyor. Mide asidi en yüksek olan grup 0, en düşük olansa A grubu. 0 grubundaki birinin yiyip rahatlıkla hazmettiği bir besin, A’lar için kâbus olabiliyor. Akalın, kan grubu diyetinin etkilerini şöyle anlatıyor: “Üç dört haftada beliniz inceliyor. Kas dokunuz artıyor, yağ dokunuz azalıyor. Genellikle birinci aydan sonra kilo kaybı başlıyor. Vücut tekrar yağ yakmayı öğreniyor. Doğadaki hayvanlara baktığınız zaman onlar kendilerine neyin faydalı olduğunu biliyorlar. Ev kedisine çikolata yedirebilirsin ama sokak kedisi asla yemez. Bu diyetle siz de doğanıza neyin uygun olduğunu öğreniyorsunuz. Sonra öyle bir süreç ki, aylarca hatta yıllarca her gün bir şeyin daha iyiye gittiğini hissediyorsunuz. Daha canlı, enerjik, mutlu oluyorsunuz.” Akalın, kan grubu diyetinin kilo vermek için değil sağlıklı yaşamak için uygulanması gerektiğinin altını çiziyor. Kilo vermek bunun getirilerinden yalnızca biri. Akalın devam ediyor: “Gençlerde akneler kayboluyor, cilt daha berrak oluyor. Daha az hastalanmaya başlıyorsunuz.” Akalın’ın, astım başlangıcı olan oğlu da bu diyeti uyguladıktan sonra hastalıktan kurtulmuş.


Genotip diyetiyle genlerinizi ehlileştirin

Kan grubunun, insanlar arasında ne kadar önemli farklılıklara yol açtığı ortada. Bu nedenle kan grubu diyeti insanların yüzde 70’inde mükemmel sonuç verirken geri kalanında iyi ama mükemmel olmayan sonuçlar veriyor. Bunun nedeni, sağlıklı yaşam hususunda tek faktörün kan grubu olmaması. Bizi biricik yapan genetik kodlarımız da sağlık risklerini aza indirmek ve kaliteli bir hayat yaşamak için oldukça önemli bir etken. Peter D’adamo da bunu göz önünde bulundurarak, babası James D’adamo’nun bulduğu kan grubu diyetini geliştirip detaylandırarak “Genotip Diyeti”ni bulmuş ve uygulamaya başlamış. Konuyu, bu diyetin de uzmanı olan Yaman Akalın detaylandırıyor: “Genetik kodlarımız anne karnındayken oluşuyor. Annemizin hatta anneannemizin hamileyken nasıl beslendiği bile bizim genetik kodlarımızı ve sağlık risklerimizi etkiliyor. Anne karnında çok iyi beslenmeyen biri sanki kıtlık dünyasına gelmiş gibi yediğini depoluyor. Sonra da ‘ne yesem yarıyor’ diyen grup oluşuyor. Ama bu kader değil, çünkü beslenme şeklimizi ve hayat tarzımızı değiştirerek iyi genleri konuşturup, kötü genleri susturabiliriz. Tıpkı bir ekolayzır gibi.”
Peki kişinin genotipi nasıl belirleniyor? Yani tamamen kişiye özel olan genotip diyetini uygulamak isteyen biri hangi aşamalardan geçiriliyor?
Öncelikle kan grubu, rh faktörü ve parmak izi alınıyor. Kişinin genetik yapısıyla ilgili ipucu verecek ölçümler yapılıyor. Mesela kafa yapısı, kafatasının uzunluğu, genişliği, çene açısı, işaret ve yüzük parmaklarının birbirlerine oranı, kişinin boyu, gövde-bacak oranı, uyluk-kaval kemiği oranı gibi ölçümler yapılıyor. Kişinin aile geçmişindeki rahatsızlıklar araştırılıyor, varsa tahlil sonuçlarına da göz atılıyor. Bu detaylı tetkikler sonucunda ortaya altı tane grup çıkıyor; hunter, gatherer, teacher, explorer, warrior ve nomad. Birey, bunlardan birine ait oluyor ve grubuna uygun öneriler alıyor. Ancak genotip diyeti o kadar kişiye özel ki, bir hunter’la başka bir hunter’ın diyeti birbirinden çok farklı olabiliyor. Sonuçta, bireyin sağlık riskleriyle ilgili önemli ipuçları veren bu araştırma sonucunda kişiye özel diyet hazırlanıyor ve yaşam tarzı öneriliyor. Sağlık risklerinin neler olduğu belirtiliyor. Genetik riskler asgariye indirilip kişiyi daha sağlıklı ve uzun ömürlü hâle getiriyor.


Genotipiniz ne?

Hunter (Avcı):


Hunter’lar 0 grubundan çıkar. Fiziksel özellikleri; bilekleri ince, tendonları görünür, yüzük parmağı işaret parmağından daha uzun, bacaklar gövdeden uzun, alt bacak üst bacaktan uzundur. Bağışıklık sistemi en güçlü gruptur. O kadar güçlüdür ki, zaman zaman kendine bile zarar verir.

Gatherer (Toplayıcı):

0, B ve AB’lerden oluşur. “Su içsem yarıyor” diyenler genelde Gatherer olur. Ana rahminde çok iyi beslenemedikleri için, kıtlık dünyasına doğduğunu düşünüp ne bulurlarsa depoluyorlar. Ne kadar kısarlarsa o kadar depoluyorlar. Diyet yaparken daha çok kilo alanlardır. Bağışıklık sistemleri güçlüdür.

Teacher (Öğretmen):

A ve AB grubundakiler genellikle Teacher olur. Çok dost bir bağışıklık sistemleri vardır ancak kanser gibi bazı önemli rahatsızlıkları çok geç fark ettikleri için ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilirler.


Explorer (Kaşif):


Bütün kan grubundakiler bu gruptan olabilirler. Özellikle rh faktörü negatif olanlar… Vücut ve yüzlerinde hafif asimetri olur. Kadınlarda bir göğüs diğerinden farklıdır ve çok kendine özgü karakterleri vardır. Aykırıdırlar. Bağışıklık sistemleri ve çevreye adaptasyon kabiliyetleri çok yüksektir.

Warrior (Savaşçı):

Genellikle A grubundakilerden oluşur. Savaştan kurtulup, yeniden medeniyeti kuracak gruptur. Yapacak çok iş vardır. Sürekli çalışması gerekir. Tüm yoğunlukta her şeye vakit ayırırlar. Hızlı yaşlanırlar. Yüzlerinde çok çabuk çizgiler oluşur. Ortalama ömürleri kısadır.

Nomad (Göçebe):

B ve AB grubu olanlardan oluşur. Uçlarda gezen bir genotiptir. Çevresel faktörlere çok hassastırlar.


Kan Grubuna Uygun Beslenme Rehberi


0 grubu: “Buğday ve undan uzak dur!”

Bu kan grubundakiler için en kötü besinler buğday ve makarna dâhil tüm unlu mamuller. Mısır, mercimek, patates, süt ve süt ürünlerini de kesinlikle yememeliler. Kalsiyum almak için yeşil gıdalar ve badem yemeleri uygun. En faydalı şey, yağsız kırmızı et. Otlak hayvanının etini yağlı da yiyebilirler. Otlak hayvanı tahıl yemediği için zayıflatıcı etkisi de vardır. Pırasa ve karnabahar dışında tüm sebzeler, portakal, mandalina ve kivi hariç tüm meyveleri yiyebilirler. Balık da bu grup için faydalı besinlerden. Günde üç öğün yemek yemeliler. Taş devrinde nasıl beslenildiğini düşünün. 0’ın ne yemesi gerektiğini anlarsınız. Egzersize gelince… 0 grubundaki biri sağlıklı ve mutlu olmak için çok aktif olmalı. Hareket ettikçe kendilerini iyi hissederler.

A grubu: “Sindirimi hızlandırmalı!”

Bu grubun kesinlikle uzak durması gereken besinler kırmızı et, domates, biber, patlıcan, patates, süt ve süt ürünleri… A grubunun sindirimi yavaş olduğundan kırmızı eti hazmetmesi oldukça zordur. Sindirimi hızlandırmak için yapmaları gereken, her sabah bir bardak ılık suyun içine yarım limonu sıkıp içmek. “Peki ne yiyeceğiz?” derseniz, bitkisel proteinler ve bol sebze tüketmek sizin için en iyisi. Özellikle börülce, mercimek ve soya çok faydalı. Kolay bulunmasa da saf çavdar ekmeği yemelerinde fayda var. Portakal, mandalina hariç tüm meyveler emirlerinde. Sık ve az yemeliler. Bu gruba uygun egzersizlerse yoga ve meditasyon gibi rahatlatıcı egzersizler.


B grubu: “Temel gıdanız süt ürünleri”

Tavuk, domates, mercimek, mısır ve buğdaya yaklaşmamaya çalışmalılar. Diğer gruplara zararlı olan süt ve süt ürünleri bu grubun temel gıdası. Kuzu eti, yulaf ve pirinç çok faydalı. Bolca sebze yemeli. Uygun egzersiz, A grubunda olduğu gibi yoga ve meditasyon gibi rahatlatıcı egzersizler.

AB grubu: “Kuru fasulye gaz yapar!”

Bu grup hem A’dan hem B’den etkilenir. Yememesi gereken gıdalar şunlar: Kuru fasulye, biber, dana eti, mercimek, enginar. Sebze ve süt ürünü ağırlıklı beslenmeli. Egzersizleri de yine yoga ve meditasyon.

Tüm gruplar yapmalı:

*Her gün, kilonuzun otuzda biri kadar su içmelisiniz.
*Mümkünse içtiğiniz suyun her litresine bir çimdik ham deniz tuzu katarsanız suyun götürdüğü mineralleri vücudunuza geri yüklemiş olursunuz.
*Organik beslenmelisiniz.
*Kızartma ve domuz eti herkese yasak!


Yaman Akalın’a göre beslenmeyle ilgili doğru bilinen yanlışlar:


“SÜT kalsiyum deposu olduğu için herkes tüketmelidir.”

Kim diyor bunu? Sütteki şekerlerden biri galaktoz. A veya 0 grubundansanız süt içtiğiniz zaman B grubu kan almış gibi vücudunuz tepki verir. Tabii ağızdan aldığınız için daha hafif olur. Boğazınız gıdıklanır.

“KIRMIZI ET herkese enerji verir.”

Kırmızı et sindirimi çok zor bir besindir. O nedenle herkes yememeli. Özellikle sindirimi çok yavaş olan A grubu sindiremez. Midelerinde uzun süre kalır, şişkinlik ve gaz yapar. Yemekte ısrar edilirse zamanla kilo fazlası, toksin arttırıcı etki yapar. Ama 0 grubu için vazgeçilmezdir.

“Her SEBZE herkese faydalıdır.”

Her sebze herkes için faydalı değil. Mesela 0 grubu karnabahar yerse sindiremez, müthiş gaz olur. A grubundakilerin de lahanadan uzak durmaları lazım.

“Kan Grubu Diyeti”ni uygulayanlar anlatıyor



E.K. (25 yaşında, FMF hastası olduğu için diyete başlamış)
Teşhisi epey yanıldıktan sonra konmuş bir Akdeniz Ateşi (FMF) hastasıyım. Doktor almam gereken ilacı söyleyip göndermişti fakat ilacı hep aynı dozda aldığım hâlde çok yoğun atak dönemleri oluyordu. Daha sonra, çevresinde FMF hastası çok insan olan biri, kan grubuna göre beslenip iki sene hiç atak yaşamayan tanıdıkları olduğunu söyledi. Biraz inat ettikten sonra, atakların sıklaşıp yaşam kalitemi ciddi anlamda düşürdüğü bir dönemde başlamaya karar verdim.
Uygulamaya başladıktan sonra sağlığım çok düzeldi ve enerji seviyem genel olarak arttı. Bir kere, aylardır hiç FMF atağı yaşamadım. Şimdi o yoğun ataklı dönemleri düşündüğümde, genellikle beslenmeme eklediğim şeylerle bağlantı kurabiliyorum. Çok kolay bir şekilde olumlu ya da olumsuz olarak nitelenemeyecek bir şey ise, vücudun almadığı maddelere hassasiyetinin artması. Eskiden de yediğim ve zaman zaman rahatsız eden şeyler, şimdi çok çabuk semptomatik olarak rahatsız ediyor. Fakat bu bir yandan aslında vücudun o maddeleri ne kadar istemediğini ve başından beri aslında zorlandığını gösteriyor.  Benim için yöntemin getirdiği sağlık avantajları herhangi bir zorluktan çok daha önemli. Dolayısıyla, bu zorluklar birincil önemde değil benim için. Ancak un ve domates yememek tabii ki dışarıda bulunabilecek uygun yemekler açısından çok kolay olmuyor. Ancak dışarıdan büyük bir mahrumiyet veya zorluk gibi görünen durum, benim için aslında artan bir hayat kalitesi ve sağlık seviyesi demek. Kan grubu diyetine hâlâ devam ediyorum ama yakında genotip diyetine geçmeyi düşünüyorum. Benim sağlık durumum biraz daha farklı olmakla birlikte, genel sağlık ve enerji seviyesi gibi nedenlerle kesinlikle herkese öneriyorum.

Ünay Kızıltan, 55 yaşında
Bu diyeti epey bir aradan sonra yeniden buluştuğumuz eski bir arkadaşımdan öğrendim. Kendisinin, bu diyet sayesinde nasıl, aldığı bütün ilaçlardan ve fazla kilolardan kurtulduğunu anlatınca ilgim daha da arttı. Son birkaç yıldır, alışkın olmadığım bir kiloya ulaşmış ve bütün gayretlerime, bol sebze ve meyveye dayanan toksin atıcı diyetlere ve spor yapıp yüzmeye karşın bu fazla kilolardan kurtulamamıştım. Ayrıca her zaman özenle ve dengeli beslenen biri olmama karşın, nedense son zamanlarda, eskiden hiç olmayan bir mide yanması ve şişkinlik sorunum olduğunu da eklemeliyim. Arkadaşımla konuşurken, kan grubu ve genotipi çıkarılarak verilen rejim listelerinin kişiye özel olduğu için, ne kadar farklı olacağını da net olarak gördüm. Bu nedenle, temelde fazlalıklardan kurtulmak ve geniş anlamda da, daha sağlıklı yaşamak için bu rejimi uygulamaya başladım. Uygulamadan, henüz tam olarak uygulayamadığım adaptasyon sürecinde dahi memnun kaldım. Şişkinlik hissi ve yanma hali kısa zamanda yok oldu. Beni en çok şaşırtan, buğday ürünlerini keser kesmez bu kadar net bir sonuca ulaşmak oldu. Bu şekilde beslenmek çok kısa zamanda, hiç rahatsızlık duymadan çok iyi kilo verebilmek ve kendini çok iyi hissetmek sayesinde, genel olarak yaşam kalitemi olumlu etkiledi tabii.
Yöntem ilk başlarda, en azından benim için hiç de fazla zorlayıcı olmadı. Yapı olarak, inandığım bir şeyi kolaylıkla uygulayan biriyimdir. Hele kısa zaman içinde, olumlu sonuçlara ulaşabildiğim için bu başlangıç süreci beni daha da gayretle ve tam olarak, yani artık kaçamak yapmadan uygulamaya teşvik etti. Bu süreçte, üç hafta gibi kısa bir sürede dört kilo verdim. Sadece bir defa, ani bir kahve krizi yaşadım ve koşarak gidip hazır kahvelerden birkaç tane alıp hem sütlü hem de şekerli olarak (kahve 60 gün sonra azar azar başlamam önerilen, süt ve şeker ise bana kesinlikle yasak olanlar listesindeydi) ardı ardına içtim. Ve tabii bir anlamda rahatladım ama ertesi sabah solunum yollarımda, iki paket sigara içmiş gibi bir doluluk hissi olunca, diyetin ne demeye geldiğini daha iyi anladım. Bence en önemlisi, bedeninizin de, sizin onun iyi işlemesine uygun bir yakıt türü kullanmaya başladığınızı derhal anlayıp sürece uyumu hızla yapması. Verilen miktarlarda yemeye özen gösterdiğinizde, hem çok hızla fazlalıklardan kurtuluyor hem de sağlık açısından ne kadar rahatladığınızı anlıyorsunuz.

Güler Miyak Ferah
Bu uygulamayı Yaman Bey’den öğrendim. Sağlıklı yaşamak, bağışıklık sistemimi kuvvetlendirmek ve yaşlanmayı mümkün olduğunca ertelemek fikri ile uygulamaya karar verdim. Bu düşünceye inanmamın nedeni ise Yaman Bey de gördüğüm enerji ve zindelikti. Karşımda bu uygulamanın kanıtı vardı. Denemeye karar verdim ve benim için yeni bir hayat başladı.
Uygulamadan son derece memnun kaldım. Bir beden zayıfladım. Fiziğim orantılı ve daha düzgün oldu. Sağlık kısmına gelince; bağışıklık sistemim güçlendi. Çok sık nezle, anjin olurdum; hastalanmayı unuttum. Çocukluğumdan beri kronik egzamam vardı. Merhemler tekrarlanmasını engelleyemezdi. Artık yok. Sivilce lekelerim geçti. Psikolojik yöndense; fazla kaygılı, heyecanlı ve panik bir yapım vardı. Şu an her normal insan gibi yaşanması gerekeni yaşıyorum sadece.
Yaklaşık 16 ay önce sezaryenle doğum yaptım. Çok rahat uyandım. Yataktan ilk kalkışımda çok zorlanmadım. Hatta hemşirem “şu ana kadar ilk defa siz bir kerede kalktınız” diye şaşırdı. Sezaryenden kaynaklanan klasik gaz sancısını çekmedim. Çok rahat bir hamilelik dönemi yaşadım. Gebelik şekerim ya da gebelik tansiyonum olmadı. Vücudum ödem yapmadı. Ne kadar çok uyursam uyuyayım ayılmam ve yataktan kalkmam uzun sürerdi. Şu an zinde kalkıyorum. Enerjim yüksek. İlk başlarda sevdiğim yiyeceklerle vedalaşmaktan biraz rahatsızdım. Sonra faydalarını tecrübe ettikçe yemek istemedim. Vazgeçtiklerimin yerine alternatif çeşitler üreterek yeni bir damak tadı oluşturdum.

Peter D’adamo kimdir?

Dr. D’adamo 1982’de Bastyr Üniversitesi’nde Naturopatik Doktorası yaparak Naturopatik Fizikçi unvanını aldı. 20 yıldır doğal ürün ve ilaçlar üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınıyor. Özellikle kan grupları ve beslenmeyle ilgili araştırmalarının büyük önemi var. 1990’da Amerikan Naturopatik Fizikçiler Birliği tarafından Yılın Fizikçisi seçilen D’adamo 2001’de Instıtute for Human Individuality’i (İnsan Bireyselliği Enstitüsü) kurdu. 2009’da Bridgeport Üniversitesi’nde ilk “Bireyselleştirilmiş İlaç” kavramını buldu ve naturopatik eğitimde kullandı. 1996’da yayımlanan “Eat Right 4 Your Type” (Grubuna Uygun Beslen) kitabı onu uluslararası bir yazar ve doktor haline getirdi. D’adamo’nun kitapları NY Times’ın çok satanlar listesine girdi. 1999’da “en çok merak uyandıran doktor” olarak anıldı. İlk kitabı “Eat Right 4 Your Type” “Tüm Zamanların En Etkili Sağlık Kitapları”ndan biri seçildi.

23 Haziran 2010 Çarşamba

VE “ESMOD” TÜRKİYE’DE

1841’de Fransız İmparatoru III. Napolyon’un eşi İmparatoriçe Eugénie’nin özel terzisi Alexis Guerre Lavigne’ın terzileri eğitmek amacıyla açtığı ESMOD, bugün Paris’ten Dubai’ye tam 14 şehirde moda eğitimi veriyor. Nihayet İstanbul’a da demir atan okul, eğitime Eylül ayında başlayacak.

Her şey İmparator III. Napolyon’un sevgili eşi, İmparatoriçe Eugenie’nin özel terzisinin başının altından çıktı. Aynı zamanda ilk prova mankeninin de mucidi olan Alexis Guerre Lavigne adlı muhteşem zat, ülkedeki diğer terzileri de kendisi gibi maharetli olmaları için eğitmek amacıyla ESMOD’u kurdu. Bu basit açılışı yaparken, okulun yüzyıllar boyunca çap genişleterek, misyon değiştirerek dünyanın en prestijli moda okullarından biri olacağından bihaberdi kuşkusuz. ESMOD şu anda Paris, Dubai, Sao Paulo, Berlin, Oslo gibi şehirlerde modaya heves eden genç yetenekleri eğiten oldukça önemli bir kurum. Son olarak İstanbul Fındıklı’da açılan, eğitimine Eylül itibariyle başlayacak olan okul, Türk moda endüstrisinin dünyaya açılması için kaçmaz bir fırsat gibi görünüyor.

ESMOD Türkiye Genel Müdürü Nadine Masoud, okulu açmadan önce Türkiye pazarını enikonu araştırmış. Türkiye’de modaya yoğun ilgi olduğunu ancak moda eğitiminin tekstilden öteye gitmediğini gözlemlemiş. Şöyle diyor: “Elinizde iyi pamuk var, iyi ipek var. Bu kaynaklar iyi eğitimle, doğru değerlendirilmeli. Türkiye’de farklı alanlarıyla moda eğitimi veren, kapsamlı bir okul olmadığı için ESMOD gibi uluslararası bir okula ihtiyaç vardı.”

“Moda sektöründe eleman açığı var”

ESMOD’da her ülkede haftası haftasına aynı müfredat ve program uygulanıyor. Masoud’un söylediğine göre tasarlanan kıyafetler ülkelerin kültürüne adapte ediliyor. Yani teknik aynı, yaratılan ürünler farklı. Masoud bunu her ülkede ilham alınan şeylerin farklı olmasına bağlıyor.

ESMOD’un diğer moda okullarından en önemli farkı yalnızca tasarımcılık değil iletişimden pazarlamaya tüm alanlarda eğitim vermesi ve moda sektörünün tüm sahaları için eleman yetiştirmesi. Okulda moda tarihinden tekstile, çizimden moda fotoğrafçılığına kadar pek çok alanın üstünde duruluyor. Bu mevzu esasen en can alıcı noktalardan biri. Çünkü moda sektörü denince akla genellikle tasarımcılık geldiği için çok sayıda elemana ihtiyaç duyulan diğer sahalar boş kalıyor. ESMOD açılırken de iletişim ve pazarlamayla ilgili çalışan açıklarını, Türkiye’den talep olmadığı için İtalya’dan birilerini getirerek kapatmak zorunda kalmışlar. Okul, farkını iş bulma konusunda da ortaya koyuyor. Masoud’un söylediğine göre mezunlarının yüzde 85’i ilk altı ay içinde farklı sahalarda işlere girebiliyorlar.

Bir önemli nokta da, diğer okullarda eziyet hâline gelen “çizim” derslerinin burada farklı bir yeri var. Masoud, çizimin modada çok önemli olduğunu ama tasarımla uyumlu olması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: “Çok iyi çiziyor olabilirsin ama çizdiğin tasarım hayata geçebilir mi? Satılabilir bir ürün olur mu? Hepsini öğrenmen gerekir.” Masoud’a göre Türkiye’nin moda alanındaki en önemli eksiklerinden biri tasarımcıların koleksiyon üzerine çalışmaması. ESMOD üç yıllık uzun eğitiminde bu konunun üzerinde de özellikle duruyor.

Okulun eğitimi İngilizce. Özellikle ana derslerin hemen hepsini yabancı öğretmenler verecek. Moda Tarihi, Tekstil gibi derslerde lokal öğretmenler de yer alacak. Okulun sanat direktörlüğünü ise yine bir ESMOD mezunu olan, DİCE KAYEK markasının yaratıcılarından Ece Ege yapacak.

“Türk modası dünyaya açılacak”

Peki uluslararası şöhreti ve prestiji olan okul Türk moda endüstrisini nasıl etkiler? Masoud yanıtlıyor: “Türkiye’de insanlar kendi markalarını yaratıyorlar artık. Ayakta kalmak için iyiyi üretmek zorunda olduklarını anladılar ve kendi markalarını geliştirdiler ama markalar uluslararası değil. Birçok ünlü tasarımcı var ama onları siz tanıyorsunuz sadece. ESMOD’da eğitim alan bir tasarımcı, ürününü Tokyo’ya ya da başka şehirlere gönderebilecek. Her yıl, yıl boyunca uluslararası defileler ve yarışmalar düzenlenecek. Öğrenci, eğitimine ESMOD’un başka şehirdeki bir okulunda devam edebilecek. Ben bu sayede Türkiye’den çok sayıda uluslararası genç tasarımcı çıkacağına inanıyorum.”

Okula giriş prosedürü ise şöyle: Önce iki saatlik bir genel-kültür sınavı. Ardından sözlü mülakat. Ana derslerin İngilizce verileceğini belirtmiştik. İyi derecede İngilizce bilmek de şart oluyor bu durumda.