21 Ocak 2010 Perşembe

RÖPORTAJ: Yurda Hal “Saçını ay Aslan’dayken kestir, memnun kalırsın”

Astroloji enteresan konu; kimisi, “Burç da neymiş? İnsan insana benzer mi?” deyip burun kıvırırken, kiminin ilk işi varı yoğu kenara atıp, koştura koştura gazetelerden günlük fal takibi yapmak oluyor. Kâğıt üstünde burçları uyumsuz diye sevgilisinden ayrılanlar bile hâlâ aramızda geziyor. Ünlü astroloji yazarı Yurda Hal da “Saçma buluyorum diyenler bile burcunun hatta yükseleninin özelliklerini çok iyi biliyor” diyerek, bir kısmı gizli de olsa çoğunluğun ilgisine mazhar olmuş bu konuya yeni bir hizmette bulunmak için “Ay Taktikleri” isimli bir kitap yazdı. Kitapta uzun süredir tartışma konusu olan “ay” meselesini detaylandıran ve ayın konumlarının günlük hayatımızla birebir bağlantılı olduğunu anlatan Yurda Hal’a sordum: “Aydan taktik almak da neyin nesi?”

*Günlük burçlar, hayat çizgileri… Afrika’nın bir kabilesindeki insanla bir Eskimo’nun hayatının aynı olması ne kadar mümkün?

O kadar uzak örnek vermeye de gerek yok. Türkiye’nin doğusunda çok fakir bir ailedeki bir çocukla, İstanbul’da çok zengin bir ailedeki çocuk aynı anda doğarsa, kader çizgileri aynı doğrultuda olur. İkisinin haritasında da başarı öğesi parlaksa, Afrika’da doğan kabilenin lideri olur da İstanbul’da doğan, bir fabrikanın başına geçer. Olaylar farklı, gidişat aynı.

*Bunu ne belirliyor peki?

Bunu sadece burcumuz değil, haritanın tamamı belirliyor. Her kişinin doğduğu an ve doğduğu yere uygun gökyüzü konumunu çıkardığımız bir harita var. Bu haritanın içinde evler var; kariyer, aile, aşk gibi. Birinin sadece burcunu bilerek hayat çizgisini belirlemek mümkün değil yani.

*Ay ne kadar alakalı bu durumlarla?

Ay haritada başka çalışır. Benim kitabımda anlattığım çok başka bir şey. Haritada ay bizim duygularımız; duygusal mıyız, mantıklı mı bakıyoruz olaylara? Bunu belirler. Bu kitapta da ayın yaklaşık 29 gün süren döngülerinden bahsettim. Bu döngü içinde ayın günlük hareketi bizim günlük hayatımızı etkiliyor.

*Ayın nasıl bir ilgisi olabilir ki bizim günlük yaşantımızla?

Gelgit olayında okyanuslar çekilip, yükselir biliyorsunuz. Bizim vücudumuzun da büyük bölümü sudan oluştuğu için dolunay konumundayken vücut sıvımız yükselir. Bu da hormonları tetikler. Daha gergin oluruz, daha çabuk sinirlenir, daha zor uyuruz.

*Dolunay yine bilinen bir konu. Kitapta bir de ayın konumuna göre “bu tarihlerde saçını kestirme”, “şu gün bahçeyi sulama” gibi yönlendirmeler var…

Ay bir ayna gibi bize enerji yansıtır. Bu enerjiyi de içinde bulunduğu burçtan etkilenerek yansıtıyor. Her şeyle bir bağlantısı oluyor. Mesela herkesin saçla ilgili yapacağı işlemler, kesim ya da bakım, Aslan burcunda yapılmalı. Aslan burcuyla saç birbiriyle bağlantılı.

*Neden, aslanın yelesi var diye mi?

Çok araştırdım ama bunun temelini bulamadım. Ama sanıyorum evet, aslanın yelesinden. Fakat cuk diye oturuyor bu yöntem. Ayın hangi burçta olduğunu bilmek için de ay takvimi gerekli. Kitabımın arkasında 2015’e kadar ay takvimi var.

*Saçımızı o tarihte kestirdiğimizde yüzümüze uygun mu olacak?

Memnun kalırsın. Modelinden de parlaklığından da memnun kalırsın. Saçına da iyi gelir yani. Saçına işlem uyguladığın tarihte ay büyüyorsa, saçının çabuk uzamasını sağlar. Küçülüyorsa da uzamaz, gürleşir.


“Doktorlar dolunayda ameliyat yapmıyor”

*Tıp alanında da astrolojiden yararlanıldığı doğru mu?

Astrolojiyle ilgilenen doktorlar, mesleklerinde bunu kullanıyorlar. Ay dolunaydayken ameliyat olmak sakıncalı. Tabii ki kaçınılmaz durumlarda ameliyat olunur ama acil değilse bekleten doktorlar var. Sıvılarımız yükseldiği için kan basıncı artıyor ve yaranın kapanması zorlaşıyor. Borsaya da etkili. 31 Aralık’ta dolunay vardı. Türkiye’de borsa 2009’un en yüksek seviyesinde kapattı.

*Buna bağlı olduğuna emin misiniz?

Aralarında tutarlı bir bağ var ama. Borsanın düşüşü ve çıkışı ayla bağlantılı. Daha tam istatistiksel bir şey oturtmadım. Çünkü bunun burçların temsil ettiği meslek gruplarıyla alakası var. Dört, beş yıllık çalışma gerektirecek.


“Borsayı da öngörülerle yönetiyoruz, astrolojiyi aşağılamak niye?”


*Astroloji nasıl öğrenilir peki?

Aslında astroloji eğitimi bitmez. Kurslar var, ABD’de astroloji diploması veren bir üniversite var. Ben de oraya başlamayı düşünüyorum.

*ABD’de diploması verilirken ülkemizde hurafe muamelesi görmesi sizi kızdırıyor mu?

Ne yalan söyleyeyim, fal ve büyüyle bir tutulduğunda hakaretvâri geliyor açıkçası. Ama inanmıyorum diyen insanların da az çok bilgisi var konuyla ilgili.

*Peki astrolojiyle haşır neşir olmayanları, bunun bir bilim dalı olduğu konusunda nasıl ikna edersiniz?

Borsayı öngörülerle yönetiyoruz. Belli konularda mesela ekonomide sadece istatistiki bilgiler hâkim. Astrolojinin de temelinde istatistiksel bilgiler var. Hem de en eski istatistiki bilgiler. Astrolojiyi aşağılamak niye? Önyargılı olmasınlar.

Fotoğraf: Osman Uğur














7 Ocak 2010 Perşembe

Tiyatro ve sinemanın Sadık Abi’si






















Fotoğraflar: Ergun Candemir

Onunki gizemli hayatlardan. Hüznünü içine gömmek için neşesini fitilleyen; pek çok şeyi içine attığından, içinde taşıdıkları pek bilinmeyip tahmin edilenlerden… Her ne kadar perde önüne çıkmamaya çalışsa da altına imzasını attığı eserler ve hakkında anlatılanlarla yakayı ele veriyor. Büyük özenle sırtına geçirdiği ceketi, çok sıcak havalar dışında boynundan eksik etmediği kravatı, boyalı ayakkabıları ve küçük bir çocuk gördüğünde dahi ayağa kalkıp, önünü ilikleyişi nasıl bir insan olduğuna dair önemli ipuçları. Az, çok tanıma şerefine nail olanlar bile ondan bahsederken, “Bir daha öylesi gelmez” diyor mesela. “Neden?” diyor insan; merak ediyor…

Söz konusu hikâye, Yedi Kocalı Hürmüz’den Kanlı Nigar’a pek çok önemli tiyatro oyununun, Hababam Sınıfı serilerinden Gırgıriye’ye hafızalara yer etmiş sinema filmlerinin ve Senede Bir Gün, Seven Ne Yapmaz gibi şarkıların yaratıcısı, rahle-i tedrisinden geçmiş birbirinden başarılı oyuncu ve yönetmenlerin Sadık Abi’si Sadık Şendil’in…

Şendil 1913’te İstanbul’da doğar. Lozan’da başarılı bir hariciye görevlisi olan babası sert bir adamdır, oğluna pek şefkat göstermez. Şendil de babasından göremediği sevgiyi ve ilgiyi, ileride oğlu Cem’e ziyadesiyle gösterecektir. Önce Saint- Mitchell Fransız Lisesi, ardından Galatasaray Lisesi… Liseden sonra Tütün Eksperliği Yüksekokulu’na giren Şendil, emekliliği gelene kadar Ziraat Bankası’nın başarılı tütün eksperlerinden biri olarak çalışır. Gelin görün ki serde, akla, bedene sığmayan bir yaratıcılık vardır. İlkokulda dahi Karagöz-Hacivat’tı, kuklaydı, ortaoyunuydu… Geleneksel Türk tiyatrosunun türlü dalına merak sarmış olan Şendil, bir yandan eğitimini aldığı işi sürdürürken bir yandan Bakırköy Halkevi’nde oyun yazıp, yönetmeye başlar. İlk evliliğini yaptığında yaşı 18’dir; uzun sürmez. İkinci evliliğini, işi gereği gittiği Bursa’da yapar; bu da uzun sürmez. Bursa Kız Lisesi’nde oyun sahneleyen Şendil, başrolü oynayan, güzel liseli kıza âşık oluverir. Lahut adındaki bu kızla evlenen Şendil’in bu evlilikten Cem adında bir oğlu olur. Şendil’in hayatı 1959 senesinde, körkütük âşık olduğu eşi Lahut Hanım’ın penisilin alerjisi nedeniyle ani ölümünden sonra tamamen değişir. İlacı içtikten kısa süre sonra, perde asarken ölen Lahut Şendil henüz 29 yaşındadır. O sırada sekiz yaşında olan oğlu Cem Şendil o dönemi şöyle anlatıyor: “Annem öldükten sonra babam kimseye belli etmemek için sessizce ağlardı geceleri. Bana daha çok bağlandı. Bir, iki sene senaryo yazamadı. Çok sık misafir çağırırdı. Hemen her gün evde en az beş, altı kişi olurdu. Öncesinde içki içmezken, akşamları eve gelir gelmez rakı içmeye başladı ama onun sınırını da bildi, ‘sapıtmadan içenler’dendi.” Şendil gizli gizli ağladığı gecelerden birinde eşi Lahut Hanım’a şöyle seslenir:

“… Beklerim yolunu aylar boyunca
Yeter ki gel bana senede bir gün!”

Türk müziğine de eşsiz bir katkı yapmış olur böylece. Ölümüne kadar sürecek olan meşhur Sadık Abi sofralarının ilki de bu yalnızlık dönemine tekabül eder. Evde yalnız kalmak istemeyen Şendil, Münir Özkul’dan Sırrı Gültekin’e, Savaş Dinçel’den Müjdat Gezen’e tüm yakın dostlarını her cumartesi evinde ağırlar. Yemekleri de mutlaka kendisi yapar. Sadık Şendil askere iki defa çağırılır; biri liseden sonra, ikincisi de 2. Dünya Savaşı sırasında. Uzun yıllar sonra, arkadaşım ve ikinci oğlum dediği Müjdat Gezen, kendisine askerlik ve memuriyet yıllarını kitaplaştırması konusunda ısrar edince, “Memlekete ayıp olur evladım” diyerek fikre uzak durur. O eşsiz anılar yalnızca dost sohbetlerinde kalır. 1967’de son eşi Fatoş Hanım’la evlenir ve ölene dek onunla evli kalır. İnsanları güldürmeye adadığı yaşamına sayısız eser sığdıran İstanbul Beyefendisi, Türk sinemasının ve tiyatrosunun Sadık Abi’sini ölüm, yatağında bulur. Öncesinde iki kez kalp krizi geçiren Şendil, uyurken bir kalp krizi daha geçirdiğinde yıl 1986’dır.

Kanlı Nigar’dan Hababam Sınıfı’na sayısız eser









Şendil sanat dünyasında da onu diğerlerinden üstte tutan yaratıcılığının yanı sıra iyi niyeti ve beyefendiliğiyle tanınır, sevilir. Bir yandan tütün eksperliği yapan Şendil, Bakırköy Halk Evi’nde oyun yazıp yönetmekle başlar işe. İlk tiyatro oyunu 1940’larda Fuar Yıldızı olur. 1964’te Bulvar Tiyatrosu’nda Kart Horoz oynar. Sonra sırasıyla Kanlı Nigar, Yedi Kocalı Hürmüz, Çılgın Yenge, İhtilal Var… Oyunların çoğu, kadın merkezli vodvillerdir. Kanlı Nigar, Çılgın Yenge ve Yedi Kocalı Hürmüz dahil çoğu eserinde kadının zekâsına alttan alta bir övgü vardır. “Bizim memlekette adamlar tiyatroya gitmez ki” der, “kadın kocasını tiyatroya götürür. Onun için kadını merkez almalı.” Kadının fendi erkeği yendi temalı oyunları olumsuz tepki almaz. Aksine, insanların tiyatroya pek yüz vermediği bir dönemde hepsi kapalı gişe oynar. Hürmüz’ün yedi kocası vardır ama hiçbirinin koynuna girmez mesela. Ya da “ev” işleten Kanlı Nigar en sonunda seyircinin karşısına geçip, “Ben mi istedim böyle olmayı” der, “sizin hiç mi suçunuz yok yani?”… Yufka yürekli seyirci de haliyle fettan kadını sahiplenir. Bunda şüphesiz Şendil’in Türk toplumunun nabzını ölçen müthiş gözlem yeteneğinin de payı vardır. Bu gözlem yeteneği Şendil’i elini attığı her alanda başarıya ulaştırır. Piyes, mizah yazıları…

Şendil’in senaristlik macerası 1951’de, Cahide Sonku’lu, Zeki Müren’li “Beklenen Şarkı”yla başlar. Şendil’in bir oyununu izleyen Cahide Sonku, filmin senaryosunu onun yazmasını ister. Film çok ses getirince Şendil’in şansı açılır. Ardından pek çok film gelir. Bunlardan en akıllara kazınanıysa ekran başına büyük bir hevesle kilitlenip, seyrine doyamadığımız Kemal Sunal’dan Şener Şen’e, Münir Özkul’dan Adile Naşit’e, şu kalabalık kadrolu Yeşilçam filmleridir: Şabanoğlu Şaban, Neşeli Günler, Tatlı Dillim, Gülen Gözler, Hababam Sınıfı ve Gırgıriye serileri… Sev Kardeşim, Dikkat Kan Aranıyor ve Bir Millet Uyanıyor filmleriyle üç kez Altın Portakal alır. İlginçtir; Şendil, kendi filmlerini dahi izlememeyi tercih eder. Yakın çevresindekilere de şöyle der: “Evladım, Türk filmine gitmeyin, bunlardan bir halt olmaz.” Bunu söylerken Türk sinemasının teknik problemlerinin yanında, senaristin elini bağlayan sansür sorunundan da mustariptir. Dönemin Kültür Bakanlığı tüm senaristler gibi onun filmlerini de kesmeye kalkar: “Genç adam birini bıçaklamasın, kötü örnek olur”, “Burada kadın flörtünü bırakıp başkasına gidiyor, olmaz”… Şendil çözümü bulur; her filme biri sansür kurulu, biri de çekim için ikişer senaryo yazar.

“Estağfurullah, siz bilirsiniz”

Şendil, 40 yılı aşkın sanat hayatı boyunca çok defa parasız kalır ama beş parasız kaldığında bile kimseye “Elimde şöyle bir senaryo var, piyes var” demez. “Sadık Abi bir senaryo istiyoruz, kaça yazarsınız?” diyene, “Estağfurullah, siz bilirsiniz” der. Tüm bu iyi niyetine karşın, çok defa istismar edilir, kandırılır: Senaryoyu okumak için alıp, bir daha dönmeyenler; filmi çekip parayı vermeyenler… Çoğu zaman paraya ihtiyacı olmasına rağmen, hepsini sükûnetle karşılar. “Olmaz, ayıptır” diyerek kimseyi mahkemeye vermez ama senaryoyu vaktinden geç teslim ettiği için çok defa mahkemelik olur. Genç senaristlere diyalog yazmada yardımcı olup, eserlere kendi imzasını koydurmaz. Maksat, “Gençler ön plana çıksın”…

Yakın çevresinde pek sitemkâr bilinmeyen Sadık Şendil’in sanat hayatı boyunca içerlediği tek bir şey olur: Egemen Bostancı, Yedi Kocalı Hürmüz’ü müzikal olarak sahneye koyarken, Şendil çok önemli bir şarkı sözü yazarı olmasına rağmen, oyunun şarkı sözlerini başkasına yazdırır. Bunun üzerine Şendil, Müjdat Gezen’e vasiyet eder: “Bu oyun tekrar oynanırsa, o şarkıları asla istemiyorum!”

MÜJDAT GEZEN, yakın arkadaşı

“Eşcinsele ‘ibne’ denir ya, o ‘iğne’ derdi”


“Sene 1963. Ben 19 yaşındayım. Yedi Kocalı Hürmüz’ün ilk çekileceği yıl. Odaya girdim benden yaşça çok büyük bir adam ayağa kalktı beni görünce. Ben, ‘Estağfurullah beyefendi’ dedim, ‘niye ayağa kalkıyorsunuz?’… Ben Sadık Abi’yle böyle tanıştım. Ölene kadar da birlikte olduk. Yıllar sonra, benim 10 yaşındaki kızım Elif’i görünce de ayağa kalktı. Öyle saygılı, öyle beyefendi bir adamdı işte. Yahu nasıl anlatayım? Ben askerden döndüm, işsizim. İhtiyacı olmadığı halde asistanı yaptı beni. Hiç küfür etmezdi. Eşcinsele ibne denir ya afedersin; o ‘iğne’ derdi. Siz Sadık Şendil’i senaryolarıyla, şarkı sözleriyle tanıyorsunuz ama onu Sadık Abi olarak tanımanın lezzeti başkadır. Cumartesi geceleri meşhur Sadık Abi sofraları vardı. Sırrı Gültekin, Savaş Dinçel, Yaman Tüzcan, Münir Özkul, ben, bazen başkaları da katılırdı, toplanırdık onun evinde. İnanılmaz mayonezli levrek, rus salatası yapardı. Çerkez tavuğunu ondan daha iyi yapanını görmedim. Ben 40’ıma basıyordum. ‘Allaah sen yaşlanıyorsun! Seninle arkadaşlık edemem artık’ dedi. Niye dedim, ‘Oğlum, genç adamla arkadaşlık edersen fikirlerin genç kalır’ dedi. Bir de sigara tütünüyle oynardı. Oturduğu koltuğun yanı tütün dolardı. Dedim ki, ‘Sadık Abi, içtiğinden çok döküyorsun’. ‘Daha iyi’ dedi, ‘bunu ne kadar az içersen, o kadar iyi’. Onca yıl içinde bir kere ağladığına tanık oldum. Arabada gidiyoruz. 12 Eylül olmuş. Arabayı durdurdular. Genç bir yüzbaşı ‘İnin!’ dedi. Bizi arabaya yaslayıp, üzerimizi aradılar. Sadık Abi arabaya binince ağladı, ‘Çok gücüme gitti evladım, bu ülke bu hâle mi geldi?’ dedi. Ustamdır. Onsuz tek günüm geçmez biliyor musun? Hâlâ anarım. Konservatuarlarda ders olarak okutulması gereken bir dehadır Sadık Şendil.”


SADIK ŞENDİL’Lİ ANILAR:


-Sinema sanatçısı Bediha Muvahhit Sadık Şendil’i genç eşi Fatoş Hanım’la görünce şaka yapar: “Ooo Sadık, torunun mu?” Şendil bunu bir kenara yazmış olacak, Muhsin Ertuğrul’un 50. yıl jübilesinde yine dönemin ünlü oyuncularından Tevfik Bilge, 85’indeki Bediha Muvahhit için “Sadık Abi, Bediha Hanım ne kadar çökmüş” deyince, Muvahhit’in bunu duyduğunu fark edip, lafı gediğine oturtur: “Sorma Tevfik, Fatih’in ölümünden sonra kendini toparlayamadı!”

-Dönemin meşhur assolistlerinden Suzan Hanım’ın kocası vefat etmiştir. Suzan Hanım’ı baştan aşağı siyahlara bürünmüş yürürken gören Şendil dayanamaz, “Suzan bu ne hâl ya! Delirdin mi? Genç kadınsın, yine evlenirsin” der. Suzan Hanım, “Yok Sadık Abi” der, “Ben çoktan malûm yeri kilitledim. Anahtarı da denize attım.” Aradan bir ay geçer. Suzan Hanım Adnan Şenses’le evlenmiştir. Yeni eşiyle kol kola yürürken yine Sadık Şendil’e rastlayan Suzan Hanım ikiliyi tanıştırır, “Aa tanıştırayım canım, Sadık Şendil; yazar”. Şendil’in cevabı gecikmez: “Beyefendi de ya çilingir ya dalgıçtır herhalde!”

-Müjdat Gezen yine bir cumartesi sofrasında Sadık Şendil’e sorar: “Abi ben Safiye Ayla’yı pek severim. Çok mu yaşlıdır?” Şendil büyük bir ciddiyetle anlatmaya başlar: “Yok evladım, Safiye yaşlı olur mu, genç. Mısır’a turneye çıkmışlardı, konser vermeye. Safiye piramitleri gezerken Sfenks’i görüp, Allah’ım bu ne muhteşem şey! demiş. Sfenks de Safiye’ye sitem etmiş: ‘Anne, beni tanımadın mı?’”