14 Kasım 2009 Cumartesi

Memleketimden "JAWS" manzaraları








Dünyanın, "balina köpekbalığı"ndan sonra ikinci büyük balığı olan "güneşlenen köpekbalığı" yılın ilk gününde Çanakkaleli bir balıkçının ağlarına takıldı. Karaya adım atar atmaz halkın ve medyanın yoğun alakasına maruz kalan sekiz metrelik "bahtsız dev" için, "Marmara'da ne işi var? Yolunu şaşırmıştır" gibi yorumlar yapıldı. Oysa genel kanının aksine, Türkiye suları Jaws filmiyle üne kavuşan "büyük beyaz"dan, "camgöz"e kadar tam 36 tür köpekbalığına ev sahipliği yapıyor.


Karaköy'de bir balıkçı tezgâhı.Tezgâhın üzerinde cansız yatan bir köpekbalığı. Kocaman ağzı bir sopayla açılmış. Beş metre boylarında. Geride bir adam, elinde mikrofon, vargücüyle bağırıyor: "Vatandaş gel, gel! Gel de âlemin canavarını gör! İnsan yiyen canavar! Ben diyeyim 15, sen de 20 metre. Görmeden ölme. Başka yerde göremezsin!.." Duyan toplanıyor. Kimi, şaşkınlıkla, ne idüğü belirsiz "canavar"ı inceliyor; kimi elini balığın yüzgecine koyup hatıra fotoğrafı çektiriyor. Çocuklar balığın üstüne çıkmış, atçılık oynuyor.
Komik ama Türk halkı için bir o kadar da tanıdık bir senaryo bu. Zira her yıl en az bir defa bahtsız bir köpekbalığı, Türk balıkçısının ağlarına takılıyor. Müşterek akıbetleri de yukarıdaki örnek gibi, etrafı meraklı halkla çevrili bir tezgâhta sergilenmek oluyor. Vakaların çoğu da medyada manşet oluyor zaten. Peki, yakalanan bütün köpekbalıklarının Türk sularına girmesi söylendiği gibi "yön sapması"ndan mı ibaret yoksa bu balıklar burada yerleşik olarak mı yaşıyor?

"Türkiye'deki tüm denizlerde köpekbalığı yaşıyor"


İhtiyoloji (balıkbilimi) Araştırmaları Topluluğu'nun kurucusu, Su Ürünleri Mühendisi Hakan Kabasakal: "Türkiye'nin kıyısı olan tüm denizlerde köpekbalığı yaşıyor" diyor, "Köpekbalığı dağılımı güneyden kuzeye gidildikçe azalıyor. En fazla türe, 36 türle Akdeniz'de rastlanıyor. Ege Denizi 20 türle ikinci, Marmara Denizi 18 türle üçüncü, Karadeniz ise 6 türle dördüncü sırada."
Karadeniz'de rastlanan türlerin boyu çoğunlukla 1,5 metreyi geçmiyor. Büyük türler av peşinde 1000 metre derinliğe bile inebildikleri için, özellikle 200 metreden sonra biyolojik yaşam olmayan Karadeniz onlara göre oldukça sığ. Antalya Körfezi, Marmaris'teki Boncuk Koyu ve İskenderun Körfezi, Türkiye'deki köpekbalığı cennetleri. Özellikle Boncuk Koyu, son derece ürkek ve zararsız bir tür olan "kum köpekbalıkları"nın Akdeniz'de bilinen tek üreme alanı.

Kabasakal, Türk sularındaki bazı köpekbalığı türlerinin mevsimsel olarak kıyıya da yaklaştığını söylüyor: "Büyük camgöz (Cetorhinus maximus), ki geçtiğimiz günlerde Edremit Körfezi'nde kıyı yakınında yakalandı, ilkbahar sonu, yaz başı ve sonbaharda özellikle Antalya ve Mersin körfezlerinde beslenme amacıyla sığ sulara kadar giriyor. Geçen Temmuz ayında Küçükkuyu'da iki tane yavru büyük beyaz köpekbalığı (Carcharodon carcharias) yine kıyı sularında yakalandı. Bu bireyler yeni doğmuştu ve muhtemelen anneleri de kısa süre öncesine kadar aynı bölgedeydi. Küçükkuyu'da kıyı yakınında yakalanan bir başka tür ise mavi köpekbalığı (Prionace glauca). Marmaris'te Boncuk Koyu'nda gri camgözler (Carcharhinus plumbeus) üreme amacıyla kıyıya yaklaşıyorlar. Kuzey Marmara'da da boz camgözler (Hexanchus griseus) yine üreme ve beslenme amacıyla kıyısal sulara giriyor. Sapan köpekbalıkları (Alopias superciliosus ve Alopias vulpinus) da zaman zaman kıyılara yaklaşıyor."

Kabasakal'a göre bu balıkların, yazları insanların yüzdüğü kıyıya yaklaşmaları tehlikeli olabilir.
"Köpekbalığı denizde yaşayan en güçlü yırtıcılardan biri ve insanla karşılaşma ânında neler olabileceği sıcaklık, suyun görünürlüğü, aydınlanma koşulları, bölgede balık veya deniz memelisi gibi av canlılarının sürü halinde bulunup bulunmadıkları, kişinin yaralı olup olmaması, köpekbalığının açlık durumu gibi ortam koşullarına bağlı olarak değişir" diyor Kabasakal ve ekliyor: "Her yıl en fazla 100 insan köpekbalığı saldırısına uğrarken, katledilen köpekbalığı sayısı ise 100 milyonları buluyor. Acaba kim daha yırtıcı?"

Türkiye'deki köpekbalığı popülasyonu da küresel ısınmadan nasibini almış Kabasakal'ın dediğine göre. Giderek ısınan sular, özellikle Kızıldeniz göçmeni (Lessepsian Göçmenler) balıklar için denizlerimizi, yaşamaya daha uygun hale getirmeye başlamış. "Bu balıklar arasında kaplan köpekbalığı (Galeocerdo cuvieri), iriburun camgöz (Carcharhinus altimus) ve mekik camgözü (Carcharhinus brevipinna) de var. Son iki tür Akdeniz kıyılarımızda da yaşıyor" diyor Kabasakal; "küresel ısınmayla birlikte diğer tropikal köpekbalığı türlerinden bazıları denizlerimizde görülebilir."

"Boyutlarına Bakınca İnanamıyorsun Ama Çok Ürkekler"

Sait Özgür Gedikoğlu, Türkiye Köpekbalıkları Araştırma Grubu Kurucusu, Sualtı Filmcisi, Dalış Eğitmeni

http://ozgurgedikoglu.blogspot.com

"Bu sene, Haziran ayı boyunca Sualtı Araştırmaları Derneği'nin Özel Çevre Koruma Kurumu desteğinde gerçekleştirdiği Gökova Boncuk koyunda sualtı görüntüleri aldım. Boncuk Koyu, Güney'deki herhangi bir koydan farksız gibi duruyor. Ama şnorkel yaparken bir anda altınızdan 10 tane 2,5 metrelik köpekbalığının geçmesi çok özel bir his. Bu arada derinlik sadece birkaç metre. Boyutlarına bakınca inanamıyorsun ama çok ürkekler. Onlara çok fazla yaklaşmana izin vermiyorlar. Ben bir ay boyunca sadece üç, dört defa çok yakın temas kurabildim. İstese seni beş saniye içinde paramparça edebilir ama gücünün farkında değil. İlk başta korktum. İlk gün koyda kimse yoktu. Bir anda önümde siyah bir gölge gördüm, 'Hah!' dedim, 'evet buradalar hakikaten...' Sonra bir anda, altımda yaklaşık 20 tanesi birarada dolaşmaya başladı.
Zavallıların dertleri başka tabii, oraya üremek için geldikleri söyleniyor. O yüzden çok ürkekler. Ama eğer sayıları iki, üçten fazlaysa aşağıda, o kadar ürkek olmuyorlar. Kendilerine güveniyorlar herhalde sürü olunca. Bir aptallık edip bir tanesine dokunabilir miyim dedim, ve kuyruğundan tuttum. Nasıl kuvvetle vurdu kuyruğunu! Ve bir anda kayboldu ortalıktan.
Boncuk Koyu her türlü insan faaliyetine kapalı. İnsanlardan ürken köpekbalıkları bu bölgede koruma altına alındı. Beş tane şamandıra ile belirlenmiş bir bölge, içeriye giriş yasak. Ama eskiden yasak olmadığı zamanlarda, insanlar orada yüzüyorlardı, altlarında da köpekbalıkları... Köpekbalığından nasıl korunulur diyorlar. Sen sokakta köpekler saldırmasın diye sürekli çömelerek mi yürüyorsun? Bir farkı yok ki. Hayvanın tek suçu balıkla beslenmekse, insanlar da balıkla besleniyor. Ayrıca her yıl milyonlarca köpekbalığı insanlar tarafından öldürülüyor. Kimi kimden koruyoruz?"

Köpekbalığı Saldırıları


Türkiye'de, köpekbalıklarıyla ilgili detaylı bir araştırma yapılmadığı için, kayıtlara geçmiş bir köpekbalığı saldırısı yok. O nedenle bu konudaki en güvenilir kaynak, İstanbullu eski balıkçıların anlattıkları. Buna göre, köpekbalığının insanlara saldırdığı dört vakadan bahsediliyor.
Hakan Kabasakal, bilinen ilk vakanın 1930'lu yıllarda Boğaziçi'nde Küçüksu Kasrı açıklarında olduğunu söylüyor. İngiliz Başkonsolosluğu mensubu iki kişi, büyük olasılıkla orkinos avlarken köpekbalığı saldırısına uğramış. Olay sonrasında bu iki kişiden hiç haber alınamamış.
Güngör Güven isimli bir vatandaş 1967 yılında, İstanbul Tuzla'da zıpkınla balık avlarken uğramış saldırıya. Görgü tanıkları, doktor daldığı sırada bölgede köpekbalıkları olduğunu ve sırt yüzgeçlerinin görüldüğünü anlatıyor. O yıllarda Marmara ve İstanbul çevresinde sıklıkla görülen beyaz köpekbalıklarından biri, olaydan hemen sonra Tuzla'da yakalanmış. 1970'lerin başında ise, Antalya Konyaaltı Plajı'nda bir başka saldırı gerçekleşmiş. O dönemde mezbaha deniz kıyısında olduğu için kıyılara sokulan köpekbalıklarından biri, Deniz Kuvvetleri'ne ait bir gemiden denize atlayan bir ere saldırmış. Gerçekleştiği iddia edilen son olay ise 1983'te. İzmit Dilova'da, zıpkınla avlanan bir avukat, bir "beyaz köpekbalığı"nın saldırısına uğramış.

Yazıyı noktalamadan önce, Sadullah Ayaşlı'nın 1937 yılında yayımlanan, "Boğaziçi Balıkları" isimli kitabında, Marmara Denizi'nde yakalan bir "büyük beyaz"la (harharyas) ilgili yazdığı ilginç anektodu aktaralım:
"Azami tûlü 9 metredir. Hayvanın rengi kurşunidir, karnı ve yanları nisbeten açık bir tondadırlar. 1925 senesinin şiddetli lodos fırtınaları bu balıklardan birkaçını Boğaz'ın Marmara methaline kadar atmıştı. Gayet muzir olan bu canavar birçok ziyanlara sebebiyet verdiklerinden dolayı balıkçılar tarafından bin müşkilat ile itlaf edilebilmişlerdi. Aşağıda İstanbul gazetelerinin böyle bir balık hakkındaki neşriyatını hulaseten derç ediyorum: -Canavarın karnı yarıldığında derunundan beheri 200 kilo sıkletinde 2 tane Ton balığı ve bunlardan başka da 300 kilo ağırlığında bir Yunus balığı zuhur eylemiştir. Mezkur canavarın tûlü 8 metre olup sıkleti de 4.500 kiloyu mütecavizdir."

Büyüyünce ressam olmak isteyen ressam











Fotoğraf: Koray Işık


2004’te ressam Bedri Baykam tarafından açılan Piramid Sanat Atölyesi geçtiğimiz yaz “minik eller”den çıkan resimlerin sergilendiği “Ellerim Küçük, Düşüncem Büyük” sergisine ev sahipliği yapmıştı. Serginin alamet-i farikası, 4-13 yaş arası çocukların resimlerinin meraklısıyla buluşmasıydı. Etkinlikte bizim dikkatimizi celbeden isim ise, evvel zamanın harika çocuğu Bedri Baykam’ın “bazı yönlerini kendime benzetiyorum” dediği Deniz Yünem oldu.

Atölyeden içeri girdiğimizde sağ tarafta oturan Deniz’i, ötesinde ise annesi Gamze Yünem’i görüyoruz. Deniz, bütün başarısı bir yana çocuk olduğunun farkında; elinde play station var. Sohbete ara verdiğimiz zamanlarda da ya fırsat bu fırsat, play satation’ını kapacak ya da masanın altından geçip, çubuk kırakerlerin olduğu yere gidecek.

Deniz 7 yaşında. Avrupa Koleji’nde okuyor. Yaşı itibarıyla, kısacık olan resim kariyerinin nasıl başladığını anlatıyor: “Resme başlarken öncelikle pastel boyalarla yapmaya başladım. Sonra sulu boya yaptım sonra da akrilik boyaya başladım.” Ekliyor: “Şimdi de fısfıslı boyaya başlamak istiyorum”( sprey boyadan bahsediyor) Yünem, Bedri Baykam’ın atölyesinde gördüğü “fısfıslı boya”yla bir şeyler yapmayı çok seviyormuş. Nedenine gelince: “Böyle böyle fıs fıs yapıyorsun, her yeri boyuyor. Çok eğlenceli oluyor” diyor.
Resim yaptıktan sonra çok mutlu oluyormuş Yünem: “Yeni renkler buluyorum. Açık kahverengiyle birazcık yeşil kullandım. Sonra resmin üzerinde bir ek yapıp yapamayacağımı düşünüyorum.”

“Benim babamın arkadaşı var; Nejat Yavaşoğulları”


Yünem resme iki yaşında, annesinin “oyalansın diye” ona aldığı boyalarla başlamış. Sonra da, “sadece eğlenceli oluyor diye” devam etmiş. Ailesi ilk başta, özel bir yetenek olduğunu düşünmemiş ama “eve gelip, gidenler sıradan değil, farklı bir yetenek’ deyince” durum değişmiş. Deniz anlatıyor: “Benim babamın arkadaşı var; Nejat Yavaşoğulları. O, babamı Bedri Baykam’la tanıştırdı. Sonra da ben buraya gelmeye başladım. Üç yaşındaydım. Sonra da gittikçe iyi resim yapmaya başladım ama gittikçe de az resim yapmaya başlıyordum.”

Yünem, bu yıl içinde birbirinden farklı işlere de imza attı: Kendisi de koyu Fenerbahçeli olduğu için olsa gerek, Sarı Lacivertliler Derneği’nin düzenlediği “Çocuk Gözüyle Fenerbahçe Sevgisi” yarışmasında 3. olmuş. “Alex’le Roberto Carlos’un resmini kestim gazeteden. Sonra da ben sarı lacivert yaptım, oraya yapıştırdık” diyor.

Bir de Deniz Gezmiş’i anlattığı bir enstalasyon var. “Deniz Gezmiş’i tanıyor musun?” diyoruz. Tanımıyormuş. Annesi, babası bir defa söylemiş, Deniz Gezmiş’ten geliyor senin adın demiş ama o unutmuş. “Nasıl yaptığımı da bilmiyorum ki!” deyince annesi Gamze Yünem anlatıyor: “Öğretmeniyle birlikte yaptılar. Küçük bir terzi mankeninin üzerine, bir yüzüne sadece bilyeler, oyuncaklar, güneş gözlüğü, çiçeklerle canlı bir şeyler yaptı. Diğer yüzüneyse sadece metal ve çiviler koydu. Şey gibiydi sanki, bir tarafta çiçek çocuklar yani dünya; diğer tarafta Türkiye’nin gerçeği. Tabi yaşı çok küçük, bilmiyor Deniz Gezmiş’i. Tesadüfen ortaya çıkardı.”

Bedri Baykam: “Deniz de benim gibi, resimden oyunvari bir keyif alıyor”

Bu sırada atölyeye gelen Bedri Baykam da sohbete katılıyor ve hem kendi “harika çocukluğundan” bahsediyor hem de Deniz’in yeteneğini nasıl değerlendirdiğini anlatıyor: Deniz resimden oyunvari bir keyif alıyor. Resimlerde nerede duracağını biliyor. Soyut resim yaparken kaotik ve boğucu hale getirmiyor. Çağdaş sanatın en önemli noktalarından biri de zaten nerede duracağını bilmektir.” Baykam’ın Deniz’le arasında benzerlik kurduğu nokta da “resim yapan çocuklar” olmalarıymış zaten. Oyun gibi, doğallığı kaybetmeden, eğlenerek…
“Ben daha çok figür ağırlıklı yapıyordum” diyor Baykam, “Deniz bunu boyalarla yapmayı seviyor. Burada hem benim resimlerimi hem de bizim seçtiğimiz çağdaş sanat eserlerini görmesi onun bu tencerede pişmesini sağlıyor.
Baykam 1960’ların başında, dönemin genç yeteneklerine yurt dışında eğitim fırsatı sunan “Harika Çocuklar Kanunu”ndan, ailesi yollamadığı için, istifade etmemiş. Bunun için kendini şanslı sayıyor: “Bence çocuk kendi aile kozası içinde büyümenin huzurunu yaşamalı. Sanatına da yansıyacaktır bu. Yedi yaşında bir çocuğa ‘mükemmel olmalısın’ baskısı yaptığınız zaman o çocuk düşünsel olarak felç geçirebilir. Tersi de olabilir tabi ama genelde bu risk var.” Bu arada, “Yurtdışında resim eğitimi almak ister misin?” diye sorduğumuz Deniz de “hayır” diyor.
“Ben Deniz’in de genç bir sanatçı adayı olarak sanata keyif dolu bakışının gelişerek sürmesi için gerek kendisiyle gerek ailesiyle bu diyaloğa devam edeceğim” diyen Baykam ekliyor: “Deniz’i arkadaşım olarak da çok seviyorum zaten. Sadece resim zevkimiz değil, Fenerbahçeli olarak futbol zevkimiz de uyuşuyor.”

“Büyüyünce” ressam olmak isteyen Yünem ise çok iyi resim yaptığının ve ona bu nedenle “dahi çocuk” dendiğinin farkında. Böyle söylenince mutlu oluyormuş, o kadar. Fazlası yok. Çıkarken, “Deniz, resim yapmak mı daha eğlenceli, play station oynamak mı?” diye soruyoruz. Mutlu mutlu gülerek cevap veriyor: “Play station…”

13 Kasım 2009 Cuma

Kamu yararına "SEKS PARKI"






Bir park canlandırın gözünüzde. Ama öyle maaile gezip, aile saadeti içinde çimlere yayıldığınız; çocuğunuzu salıncaktan tahterevalliye zıplattığınız türden bir park değil. Kapıdan içeri girer girmez sizi, şapka takmış devasa bir vajina heykeli karşılasın mesela. Tercihe göre eldivene sarınmış koca bir penis de olabilir bu. Etraf hard porno misali; yerde gereğinden büyük, anadan üryan bir hanım heykeli pervasızca mastürbasyon yapıyor. Her yer muhtelif cinsel pozisyonlara girmiş insan heykelleriyle dolu. “Çok ayıp, olmaz öyle şey!” derseniz hata edersiniz. Zira bahsettiğimiz mekan sıkı geleneklerin kanun kıvamında hüküm sürdüğü, evlilikdışı cinsi münasebetin pek sevimli karşılanmadığı Güney Kore’de mevcut. Hem de tam beş yıldır. Parkın ismi ise işlevine fazlasıyla yakışır cinsten: “Love Land”, Türkçe mealiyle, Aşk Diyarı.
Cinselliği tabu olmaktan çıkarmış pek çok ülke bile bu fikrin yakınında dolaşmazken , mevzunun girizgahını Güney Kore’nin yapması oldukça enteresan. Durumdan etkilenmiş olmalılar ki, özellikle Kültürel Devrim’den sonra gitgide muhafazakarlaşan, seksi deneyimlemeyi hatta konuşmayı tabu sayan Çinliler de her ne kadar muhafazakar kesim karşı çıksa da, aynı isimle yeni bir seks parkı kurmaya uğraşıyor şimdi. Çin’deki detaylara daha sonra geleceğiz.
Konseptin Güney Asya’yı sessiz ve derinden ele geçirmeye başladığı aşikar. Biz de mevzuyu, “fikir nasıl ortaya çıktı” dan “parkta neler var”a kadar detaylarıyla ele alarak, mekanda sanal bir tura çıktık adeta.


Fikrin arkasında Seul Hongik Üniversitesi’nden mezun 20 sanatçı var. Biraraya gelip, dünyada eşi benzeri olmayan bir işe girişiyorlar: Güney Kore’de cinsellikle ilgili türlü heykel, oyuncak ve filmi teşhir edebilecekleri bir yer kuruyorlar. Gündelik hayatta ziyadesiyle kısıtlanan seksle ilgili her şeyi konuşmanın, izlemenin ve öğrenmenin serbest olacağı bir seks parkı. Kore’nin balayı cenneti olan Cecu Adası’nda, 2004’te kurdukları parkın adı işlevine uygun: “Love Land” (Aşk Diyarı). Göl kenarına kurulan parkın girişi bir hayli sıradan görünüyor: Her yerde geleneksel Kore kubbeleri. Kubbeler bittiğinde sadede geliyoruz. Az sonra dünyada eşine, benzerine rastlaması zor erotik bir dünyaya adım atacaksınız.

Dev penis Bulkkeuni, şapkalı vajina Ssaekkeuni















Parkın esas mevzuya, yani seks temasına başladığı yerde, meraklı ziyaretçileri iki maskot karşılıyor: Biri kendisine Bulkkeuni ismi uygun görülen dev penis, diğeri Ssaekkeuni adlı şapka giymiş bir vajina. Her yerde çıplak heykeller var. Kiminin kafası suya gömülü; kalçaları ve cinsel organları görünüyor sadece. Olağandan büyük boyuttaki bir kadın heykeli yolun ortasına yatmış, mastürbasyon yapıyor. Az ötedeki heykel çiftse oral seks dehlizlerinde yüzüyor. En enteresan detaylardan biri de muhtelif yerlerde karşınıza çıkmak suretiyle, farklı kültürlerin sevişme kültürünü sembolize eden heykeller. Değişik cinsel pozisyonları gösteren heykellerin her biri etiketlenmiş: Amerikan, Japon, Hint, Yunan, Afrikalı… Erotizm, gördüklerinin şokuyla bir yandan eğlenen diğer yandan hem gördüklerinden hem de bu “edepsizlikle” eğlenmekten utanan ziyaretçilerin peşini tuvalette de bırakmıyor. Erkekler tuvaletinin kapısında üzerinde el olan kadın memeleri, kadınlar tuvaletininkinde ise erekte olmuş bir penis göze çarpıyor.

Yaşlı kadın devasa dildoyu açarsa…


Parktaki tura devam eden ziyaretçileri tamamen seks araçlarına ayrılmış bir bölüm bekliyor bu sefer. Buradaki fetiş araçlar satılık değil. Amaç, sergilemek. Ancak ziyaretçiler her birini, etkilerini merak edip kendi üzerlerinde deneyebiliyorlar. Love Land’in resmi internet sitesinde, bu bölümde gezen yaşlı kadınlarla ilgili ilginç gözlemlere yer verilmiş: “Koreli yaşlı kadınlar bu bölümde yürürken, gördükleri şeylerden o kadar dehşete düşüyorlar ki bazen yüzleri taş kesiliyor. Bir gün yaşlı bir kadın devasa büyüklükteki bir dildoyu açıverdi. Sonra dildonun başı hızla sağdan sola doğru titremeye başladı. Kadın korktu. Bu bölümden çıktıktan birkaç dakika sonra büyük bir penis şeklindeki çeşmeyi görünce elini ağzına götürüp sessizce gülmeye başladı. Derken, turun bittiği yerdeki arabadan çıkan orgazmik sesle irkildi. Parkı gezerken, o şekilde gülen kadınların çoğu Koreli zaten. Kocaları yaşlı olduğu için, büyük bir açlıkla bakıyorlar buradaki nesnelere ama çok da utanıyorlar.”
Parka çoluk çocuk gelinemeyeceği zaten belli. O nedenle 18 yaşından küçükler giremiyor ama yetişkinler parkı turlarken, küçüklerin vakit geçirebileceği özel bir bölüm de düşünmüşler.
Katılıma açık “Cinsel Teknik Atölyeleri”
Güney Kore’deki Love Land’deki manzara böyle. Yukarıda, Çin’de parkın bir şubesinin açılacağından bahsetmiştik. Ancak muhafazakar Çin, bu konuya Güney Kore kadar olumlu bakmıyor olsa gerek, bu ay içinde açılması planlanan park, henüz yapım aşamasındayken muhafazakarlar tarafından yıkıldığı için meraklısıyla buluşamadı henüz. Açılış tarihiyse şimdilik muallakta. Chongqing’te tezgah açacak olan parkta Kore’dekinden farklı birkaç etkinlik de olacakmış. En ilginci şüphesiz, ziyaretçilerin katılımına açık “Cinsel Teknik Atölyeleri”… Bu parkın teması da belli; ziyeretçilere farklı cinsel pozisyonlardan kondomun nasıl kullanılacağına, cinsel sağlıktan AIDS’e karşı korunmaya kadar her açıdan eğitici, erotik bir şölen...
Üstelik bu Çin’in ilk “erotik deneme”si de değil. 1999 senesinde Shangay’da açılan Çin’in ilk seks müzesi, “Eski Çin’in Seks Kültürü Müzesi” mahalle baskısı nedeniyle Tong Li’ye taşınmıştı. Üç binden fazla erotik eserin sergilendiği müzenin istenmediği bir ülkede, “açık hava erotizm sergisi” temasının kabul görmemesi çok şaşırtıcı değildir elbet. Kimine göre ahlaka aykırı ve aşağılık, kimine göreyse son derece eğlenceli görünen bu trendin Güney Asya’daki parıltılarını idrak ediyoruz şimdilik. Önümüzdeki yıllarda tüm dünyada patlayıp patlamayacağını ise hepbirlikte göreceğiz.

“Bunlar çok rezil şeyler”

İşte Çinlilerin seks parkıyla ilgili ilginç yorumları…

“Seks Çin’de hala tabu ama insanların bu konuda daha fazla bilgi alabilmeye ihtiyaçları var. Bu parklar ahlaksız ya da aşağılık değil.”
"Bunlar çok rezil şeyler. Çevrede insanlar varken bunlara bakarken çok rahatsız oluyorum.”
“Çinlilerin sekse yaklaşımı yabancılar gibi kaba değil. Bu aşağılık seks enstalasyonları insanları hasta etmekten başka işe yaramaz.”
“Çinlilerin iyi bir seks eğitimine ihtiyacı var. Chongqing’deki park açılır açılmaz ziyaret edeceğim.”