24 Haziran 2010 Perşembe

CİTTUK, CEZDUK, CORDUK


DÜKKANI KAPATTIK, ŞENLİKLERİ GÖRMEK İÇİN AYDER’E ÇIKTIK...


Sırtını Kaçkarlara dayamış, ayaklarını Fırtına Deresi’ne sokmuş. Zirvesini masmavi gökyüzüne yaslayan yemyeşil dağlarını kıvrım kıvrım yollar sarmalamış. Yer sonsuz yeşil, gök sonsuz mavi, su sonsuz berrak… Kış boyunca üstüne düşen karların suları, zirveden eteklere akmak için yüksek dağları yarmış. İşte Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi’ne bağlı Ayder Yaylası hemen hemen böyle bir yer. Her yıl düzenlenen Ayder Şenlikleri’nin bu yıl 16. düzenlenecekti. Biz de hem şenlikleri takip etmek hem de bu eşsiz doğayı görmek için Ayder’e gittik.




Fotoğraflar: ERGUN CANDEMİR


Hani yoğun iş stresinden sıkılır, “dükkanı kapatıp, yaylalara vurucam kendimi” deriz de o an hayalimizde bir cennet belirir. Öyle yüksektedir ki, ayağımızı biraz kaldırsak göğe uzanıp bulutları tutacağımızı zannederiz. Yüksek dağların arasından süzülen şelaleye nazır, pembe panjurlu bir dağ evimiz bile vardır. Gelin görün ki gözümüzü açar açmaz gökdelenleri, egzoz dumanları, trafiği ve holding biplemeleriyle gerçek hayat bizi acımasızca sarsar. O an, yeşil cennetin sadece hayal olduğunu idrak eder, boynumuzu bükeriz. İşte biz Rize’de, Ayder Yaylası’nda öyle bir iki gün geçirdik ki, o cennetin gerçekte de var olduğunu hatta oraya ayak basılabileceğini anladık. Bu eşsiz manzarayı anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalsa da biz şansımızı deneyelim…

Binbir tonuyla yeşili, çağıl çağıl akan şelaleleri, ayaklarının altında akan deresi, göğe sunduğu dağları, masmavi, berrak gökyüzüyle Ayder, cenneti kıskandıracak bir doğaya sahip. Tüm yayla hatta çevre alanda akan Fırtına Deresi, dağın zirvesinden akıp gelen kar sularıyla besleniyor. Tazyikle akan kar sularının oluşturduğu şelalelerden hiç bahsetmiyoruz. Doğasıyla Fırtına Vadisi’nin en ilgi çekici yerlerinden biri olan yaylada bu sene 16.Geleneksel Ayder Şenlikleri düzenlendi. Ülkenin her yerinden hatta yurt dışından pek çok ziyaretçi çektiğini öğrendiğimiz festivali fırsat bilip, bölgeye uğradık. Şenlikleri izlemekle kalmadık. Yöresel yemekleri tadıp çevre köylere de göz attık.

Eğlenceli şenliğin jandarma problemi
Öncelikle şunu söylemek lazım; 1350 metre yükseklikteki yayla çam ormanlarıyla kaplı olduğundan ayak basar basmaz ufak çaplı bir oksijen sarhoşluğuna giriyor, oradan ayrılana kadar da mutluluktan yalpalamaya devam ediyorsunuz. Uçak yolculuğunun ardından arabayla devam ettiğimiz yol boyunca bize yemyeşil ormanlar ve gürül gürül akan Fırtına Deresi eşlik etti. Ayder’e yaklaştığımızda, yöre halkının kendileriyle ve ağızlarıyla ne kadar barışık olduğunu gösteren, eğlenceli bir tabela gördük: “Cittuk, Cezduk, Corduk”.
Bölgede sadece Gelişim FM diye yerel bir radyo çekiyordu. Yol boyunca bu radyodan kulağımıza çalınan seslerden anlaşılıyor ki, yörenin en popüler türküsü, “Azra, bi gel da!” isimli türkü. Yoğun araştırmalarımıza rağmen, söyleyenin kim olduğunu öğrenemedik.

Yaylaya geldiğimizde şenlik çoktan başlamıştı. Bir yandan tulum sesleri geliyordu, bir yanda yöresel kıyafetler içinde horon tepenler vardı. Piknik yapanlar, uçurtma uçuranlar, düzenlenen yarışmalara katılanlar… Tüm bu etkinliklerin yöre halkı için çok eğlenceli olduğu belliydi. “Fazlasıyla” yöresel bulunabilecek bu şenlik yabancı turistlerin de ilgisini çekmiş olmalı ki, alanda yurtdışından gelenlere de rastladık. İnsanların kendi yöresel kültürleriyle eğlenceli vakit geçirmeleri şahane ama bizce şenlikte bariz bir “jandarma problemi” vardı. Ulusal hatta uluslararası olma iddiasındaki bir şenliğe katıldığınızda, yol kenarının neredeyse tamamını kaplayan jandarmaların yolunuzu kesip, “buraya park edemezsiniz!”, “şuradan geçemezsiniz!” minvalinde talepleri kulağınıza hoş gelmeyebiliyor. Bunu Çamlıhemşin Kaymakamı’na sorduğumuzda, park probleminin kısa sürede çözüleceğini öğrendik. Öğlen saatlerinde de genel olarak tulum ve horon gösterileriyle geçen şenlik, akşam da yerel türkücülerin konserleriyle devam etti.

“Ha uşağum, vur!”


İlk günü horon ve tulum yarışmaları gibi tamamen yöresel etkinliklerle geçen şenliğin ikinci günü kulağa heyecanlı gelen bir etkinlikle açıldı. Dün sürekli kulağımıza çalındığı için merakımızı kabartan boğa güreşlerini izlemek için Galler Düzü’ne çıktık. Bize, üç dört kilometre uzaklıkta denen yere arabayla varmamız, İstanbul’a taş çıkartacak yoğun trafik nedeniyle yaklaşık yarım saatimizi aldı. Güreşlerin yapılacağı alan o kadar kalabalıktı ki, arabayı park edecek yer bulmakta zorlandık. Neyse, zar zor bir yere çekip, aşırı sıcaktan kaçmak için şemsiyelerin altına sığınan kalabalığın arasına karıştık. Herkes tek ağız olmuş gibi bağırıyordu: “Ha uşağum, vur!”…
Etkinlik şöyle: Geniş sayılabilecek, yuvarlak bir alana iki tane boğayı koyuyorlar. Bir de hakem oluyor. Boğalar güreşiyor. Yalnız, boğalar sadece paşa gönülleri istediğinde güreştikleri için biraz beklemek gerekiyor. O yüzden bir güreşin saatler aldığı bile oluyormuş. Şansımıza, bugünkü boğalar pek sevgi dolu olduklarından bir türlü güreşmek istemediler. Sadece bir, iki tos yapıp alanda gezinmeyi tercih ettiler. Etkinlik öyle durgundu ki, sunucu anons yapma ihtiyacı hissetti: “Boğalar geziniyi. Birazcuk teşvik edersek güreşecekler sanurum”. Bu arada yarışması için ismi anons edilen boğa sahibi de gelmeyince sunucu tekrar mikrofonu aldı ve anons başladı: “Güreş alanuna boğanuzu geturdunuz geturdunuz. Geturmedunuz, diskalifiye oliysunuz!”… Boğalar güreşmemekte inat edince başka çaremiz kalmadı. Heyecan içinde çekirdek çitleyen halkın arasından süzülüp yaylaya geri döndük.
Geri kalan zamanımızda yine doğal ve tarihi güzelliklerle dolu çevre köyleri gezdik. Yeni Aktüel okurlarıyla paylaşmak için yörenin yiyeceklerinden tadıp ilginç fotoğraflar çektik. Evet, her şey sizin içindi…

Ayder Nam Mahalde Gayet Sıcak Bir Kaplıca Olup…

Ayder, olağanüstü doğası keşfedilmeden çok evvel binbir derde deva kaplıcalarıyla yedi düvele nam salmış. Öyle ki, 1871 yılında yazılan “Trabzon Vilayeti Salnamesi”nin 174. sayfasında bu kaplıcadan şöyle bahsedilmiş: “ Hemşin nahiyesinde Hala deresi civarında Ayder nam mahalde gayet sıcak bir kaplıca olup yel illetine devası meşhur olup lezzeti hiçbir maden suyuna benzemez”.
Yerli, yabancı çok sayıda turistin ilgisine mazhar olan bu kaplıcanın, romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına  iyi gelmek dışında bir özelliği de Doğu Karadeniz’deki tek kaplıca olması.

TECRÜBEYLE SABİTTİR!

1-Koru Otel’in, enfes şelale manzarasına nazır, açıkbüfe kahvaltısını deneyin.
2-Eylül Kafe’de laz böreği yiyin.
3-Balcı Mustafa’nın meşhur Ayder Balı’ndan bir kavanoz alın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder