8 Mart 2010 Pazartesi

RÖPORTAJ: Yeşim Ceren Bozoğlu “Oyunculuk gezegeninden geldim”


Fotoğraf: Leyla Yaman

*Oyunculuk yoluyla İngilizce öğretme fikri nasıl ortaya çıktı? Türünün ilk örneği mi, halihazırda yurtdışında var olan bir uygulama mı yoksa?

Türkiye’de ilk defa olan bir şey. Oxford House College gibi bir kurumun drama yoluyla İngilizce öğretmesi ilk defa oluyor. Fikir de şöyle ortaya çıktı. Ben zaten yıllardır hocalık yapıyorum. Onun dışında burası yeni kurulan ve profesyonellik anlamında çok ciddi çalışan bir kurum. Birsürü farklı yöntem deneyerek, farklı yaş gruplarıyla çalışıyorlar. Biz biraraya geldiğimizde onlardan gelen teklif sonucunda bir sinerji oluştu. Projeyi de beraber hazırladık zaten. Şimdi ön hazırlıklarımız, kurs kayıtlarımız devam ediyor.

*Oyunculuk yoluyla yabancı dil öğrenmek çok eğlenceli ama bir o kadar da zor görünüyor. Nasıl bir yöntem uygulayacaksınız?

Yeni başlayanlar da, orta seviyede İngilizce bilenler de olacak. Onlarla beraber dersler İngilizce olarak devam edecek. Sonunda da İngilizce bir tiyatro metni sahnelenecek. Şu an son kararımız gibi gözüken, Grease müzikali. Kursa katılanlarla çıkaracağız oyunu. Zaten drama ve oyunculuk günümüzde birsürü insanın ilgisini çekiyor. Bunu İngilizce öğrenmenin şöyle bir faydası var. Duyguyla öğrenilen bir şey asla unutulmuyor. Cümle yapısı anlamında da böyle. “Bir dili iyi konuşmak o dilde kavga edip, sevişebiliyorsan mümkündür” derler ya hani, dolayısıyla sahici duyguyla kullandığın dille drama birleştiği zaman, çok faydası olacak bence. O yüzden insanların bir tekst üstünde profesyonel bir oyunculuk metoduyla çalıştıkları yerde hem İngilizceleri gelişecek hem de oyunculuk anlamında yeni şeyler öğrenecekler. Herhangi bir İngilizce dersinden daha unutulmaz olacaktır öğrendikleri.


“Dalga geçseniz de oyuncu koçluğu çok saygın bir iş”


*Sadece oyunculuk yapmıyor, oyuncu olmak isteyenleri de eğitiyorsunuz. Oyuncu koçluğu da ilk sizinle duyulmuştu değil mi?

Bu işi ilk yapan ben değilim ama benimle çok anıldı bu meslek. Ben Dokuz Eylül Üniversitesi Oyunculuk mezunuyum. Okuldan mezun olmadan önce öğrencilerin konservatuar sınavlarına hazırlanmalarına yardımcı oluyordum. Meral Abla (Okay) bunu görünce, sette de böyle bir ihtiyaç olunca bana böyle bir teklifle geldi. Benim ilk koçluk yapmaya başlamam böyle oldu. Ama şu anda yapmıyorum. Tek kişiyle çalışmak yerine gruba devam ediyorum.

*Bir dönem oyunculuk koçluğu pek ciddiye alınmadı, meslekle epey dalga geçildi. Belki de Türkiye’de yeteneği olmadığı hâlde oyuncu olacağım diye diretip, oyuncu koçunun sihrine güvenenlerin çokluğundan kaynaklanıyordur bu. Eski mesleğiniz de olsa savunma ihtiyacı hissediyor musunuz hiç?

Yurtdışında oyunculuk koçluğu dediğimiz şeyin tam karşılığı, futbolla alakalı olduğumuzdan oradan örnek veriyorum, antrenörlüktür. Dalga geçseniz de geçmeseniz de bu çok ciddi bir iştir. Bunun okulları var ve Oscar alan birsürü oyuncu, Anthony Hopkins’inden Meryl Streep’ine, Tom Cruise’una varana kadar, bir sinema filmine veya tiyatro oyununa antrenörleriyle çalışırlar. Bu iş Türkiye’de, evet mesleğe yeni başlayan insanlara yardım etmek üzerinden gitse de, oyuncu koçluğu dediğiniz şey yurtdışında son derece ciddi ve saygın bir meslek. Burada da aslında çok saygın bir iş olduğunu düşünüyorum. Bir yapımcı güzel surat ister. Birsürü insan bu mesleğe güzel fizikleri için girerler ama geliştirmek anlamında o kişi veya yapımcı böyle bir şey tercih ediyorsa bence bu son derece akıllıca. Ben de sinema filmi ya da tiyatro oyunu öncesi bana koçluk yapabilecek arkadaşlarımla çalışıyorum.

*Siz de mi koçtan destek alıyorsunuz?

Tabii ki. Oyunculukta çalışmak dışında işinizi mükemmelleştirmenin başka yolu yok. Çünkü oyunculuktaki başarı zaten tesadüfi değil. Oyunculuk koçu ne yapar? Tekst’i alır, deşifre eder ve o rolün sete çıkana kadar yapması gereken ev ödevlerini beraber yaptırır. Çünkü maalesef oyunculuğa tek başınıza çalışamazsınız. Sizi dışarıdan gözlemleyen bir üçüncü göze ihtiyacınız vardır. Bu anlamda kanaviçe işçiliği gibi bir şey oyunculuk. Öyle “ben güzelim, yetenekliyim” demekle olmuyor.

*Türkiye’de işlerin tam da böyle yürüdüğünü düşünmüyor musunuz; “hem güzelim / yakışıklıyım hem de yetenekliyim” formülüyle?

Hayır. Hiçbir yapımcı, bir kadını sadece güzel olduğu için bir filmde ya da dizide oynatmaz. Zaten seyirciden geri dönüşü olmaz o işlerin. Televizyon dünyası için söylüyorum, anında gönderiyorlar başarılı olmayanı. Televizyon dizilerindeki oyunculuk bir noktada tolere edilebilir bir şey. Hiç konuşamayan birini seslendirmeyle kotarabiliyorsunuz. Birsürü örneği var bunun. Sinema bambaşka bir oyunculuk bilgisi ve birikimi gerektiriyor ama asıl er meydanı neresi derseniz, tiyatro. O anlamda televizyonun çok ciddi bir iletişim aracı olduğunu düşünüyorum ama orada sanat yapmak bizatihi yapısı itibariyle mümkün değil. Çünkü TV kuruluşları reklamla dönen, ticari kuruluşlardır. Vasat ve ortalamanın gerektirdiklerini karşılarlar.


“Hocam, sizinle ders yapmak radara binmek gibi”


*Oyunculukla ilgili birikimlerinizi başkalarıyla paylaşıp onların da iyi oyuncular olmaları için çabalıyorsunuz. Özetle, “formül”ünüzü veriyorsunuz. Egolarınızdan arınmış olma durumu mu söz konusu?

Tam tersine ben egomun herkesten daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Çünkü bunu özellikle öğretmenler çok iyi bilir. Öğrencinin başarısı kendi başarısından on kat daha fazla keyif veriyor insana. Çok sağlam bir mutluluk bu. İnsan kendini hayata kazık çakmış gibi hissediyor, gol atmış gibi hissediyor. Verdiğin şeyin tamamlanıp, üretime geçtiğini görüyorsun. İnsan kendi başarısı karşısında mütevazı duruyor ama öğrencinin başarısında şımarıkça mutlu oluyorsun.

*Önce Doktorlar’da Fikret, akabinde Geniş Aile’de Sevim… Dizilerdeki rollerinizden sonra eğitici olarak da talep arttı mı size?

Yani benim o anlamda kariyerim… Üniversite yıllarında da en çok tercih edilen hocaydım Allah’ıma şükürler olsun.

*Niye bu kadar seviyorlar sizi?

Bu başarıyla ilgili bir şey bence. Çünkü benim çalıştırdığım öğrenci konservatuar sınavını kazanıyor. Bu kadar basit. O yüzden sürekli bu talep vardı bana bu konuda. Ama buradaki işte, Sevim çok sevilen bir karakter olduğu için onların beni seçmelerinde belki bir etkendir ama onun dışında her konservatuarda her oyunculuk bölümü öğrencisinin üç öğrencisi varsa benim 15 öğrencim oldu yani. Ben oyunculuğun eğlenmeden yapılabilecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Oyuncuların cezai ehliyeti olduğunu biliyorum. O anlamda ben sahnede bir öğrencinin egosunu tavana da vurdurup, yerin dibine de sokabiliyorum. Ama bunu yaparken canını acıtmadan yapıyorum. Bir öğrencim, “Hocam sizinle ders yapmak radara binmek gibi. İnsanın içi kalkıyor ama bittiğinde kahkahalar atıyorsun.” Evet, bağımlılık yaratıyor derslerim.


“Siyasi ideoloji anlamında konuşmak ahmakça”



*Bir de paşa torunuymuşsunuz siz. Siyasete karşı genlerden gelen bir ilginiz yok mu? Politik duruşunuzu merak ediyorum…

Benim politik duruşum çok net. Bireysel devrime inanıyorum. İnsanların kişisel olarak ruhlarını terbiye etmeden başkalarına faydalı olamayacaklarına inanıyorum. O yüzden de bireysel devrim yapabilmek için sanatın en önemli silah olduğunu düşünüyorum. O anlamda benim silahım politikacılarınkinden güçlü. Çünkü ben oynadığım bir rolde, söylediğim bir sözle insanların ruhunu değiştirebilirim. Bir politikacı bunu miting alanında ne kadar yapabilir? Çektiğiniz sinema filmiyle, yaptığınız oyunla, yetiştirdiğiniz öğrenciyle örnek oluyorsanız ve insanlar sizi takip edip, daha iyiye gidiyorlarsa bu çok politik bir şey. Çünkü politika zaten yaşam sanatı demek. Ama siyasi ideoloji anlamında konuşmayı da ahmakça bulurum. Çünkü ben Türk bayrağının altında yaşayan herkesle kardeşim. Herkese söyleyecek sözüm var. Herkesten de beslenmek istiyorum. Ben üçüncü gezegenden, oyunculuk gezegeninden geldiğim için herkesle mesafem eşit.

*Başbakan sanatçılarla demokratik açılım sohbeti yaptı geçtiğimiz haftalarda. Sırada ülke gündemiyle ilgili sinema sanatçılarıyla sohbet var. Katılmayı düşünüyor musunuz? Ülke yönetimiyle ilgili talepleriniz neler?

Şöyle bir şey var. Ben politikayla ilgili bir fotoğrafın içinde olmak gibi değil de mesela Altın Portakal Film Festivali’ne gittiğimde bir sinema platformu oluşturuluyor biliyorsunuz ve çok önemsiyorum ben onu. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’deki sinemanın nereye gideceğiyle ilgili bir şey. Devlet desteği üzerinden çok önemli kurumsallar var. Telifler var, yapılan yardımların nasıl gerçekleşeceğiyle ilgili sorunlar var. Sektörden ve üreten bir insan olarak iletişime geçmeyi tercih ederim. Politik bir şeyin içinde olmayı tercih etmem ama.

*Türk sinemasının problemleri bir yana, önlenemez yükselişi de dikkat çekici. Ne düşünüyorsunuz bununla ilgili?

Sektörel anlamda üretim artışı iyi bir şey ama bir yandan da sanat filmi ve ticari film arasında ara gişe filmleri de yapılması gerekiyor. Sinema çok pahalı bir iş. O anlamda yapımcıların ve seyircinin küsmemesi için iyi işlerin çıkması gerekiyor. O zaman daha sağlıklı işler türeyecektir. 70 tane film giriyor ama gişe anlamında kendini kotarabilen film sayısı sekizi geçmiyor. Bu ekonomik anlamda dezavantaj. Yabancı film konusuna gelince, seyirci gerçekten seyretmek istediği filmin peşine zaten düşecektir. Festivaller de artmaya başladı. Sadece üç şehir üzerinden düşünmeyelim. Birsürü yerde sinema festivalleri oluyor. Kısa metraj konusunda da çok ciddi atakta Türkiye. Türk filmlerinin yabancı filmler karşısında daha fazla vizyon şansı bulması iyi oldu. Seyirci garantisi olan filmler zaten geliyor mutlaka.

*Siz bu sene herhangi bir filmde yer alacak mısınız?

Yusuf Kurçenli’nin çektiği “Yüreğine Sor” Mart’ta, “Bahtı Kara” da Mayıs sonu vizyona girecek. Tamamen doğaçlama bir film bu. Bursa’da En İyi Film ödülünü aldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder